“TÜBİTAK’ın desteğiyle ilk kez geniş çaplı bir çalışma yapıldı. Türkiye çapında kadınlarla yüz yüze görüşmelere dayanan araştırma sonucuna göre, her üç kadından biri kocasından dayak yiyor, her iki kadından biri bu dayağı gizliyor. En fazla dayak yiyenlerin kocasından daha fazla para kazanan kadınlar olduğu ortaya çıktı. Dayak yiyen kadınların yarısından fazlası çocuklarına da şiddet uyguluyor.”
(8 Kasım 2007, Milliyet)
Geçtiğimiz hafta dayak konusu üzerinde durmuştuk.
Araştırmada, “En fazla dayak yiyenlerin kocasından daha fazla para kazanan kadınlar olduğu ortaya çıktı” neticesi ilginç değil mi?
Eve daha çok para girdiğine göre bu bereketsiz huzursuzluğun sebebi ne ola ki?
Ekonomik özgürlük, ekonomik esaret mi?
Kadının evdeki “Bu senin paran” “Bu benim param” havasına girip tartışmaya zemin hazırlaması olmasın…
Sen-ben tartışmasına girmeyip, her zaman “Biz” anlayışıyla hareket eden eşleri tenzih ve tebrik ediyoruz. Bununla birlikte, “Ekonomik özgürlük” kazanmış bir hanımın, feminizm rüzgârlarına kapılıp hele de eşinden daha fazla kazanıyorsa eşini zaman zaman rencide eder tarzda davranması da rastlanmadık bir şey değil.
Ya kimi erkeklerin hırsına ne demeli?
Şurası bir gerçek ki, günümüzde birçok erkek “Tek maaşla ev geçindirilmez!” gerekçesiyle, evleneceği eşin çalışmasını arzu ediyor, tercihlerinde bunu ön plâna alıyor. Sonrasında erkeğin “Senin paran, benim paramdır!” havası mı acaba kavgalara sebep olmakta?
Erkek eşine kuvvetini sergilemekte, eşinden şiddet gören kadın da çocuğuna dayak atmakta, çocuk da gücünün yettiğine vurmaktadır… İşte toplumsal şiddet!
Ekonomik sıkıntı, kredi kartları borçları sebebiyle birçok aile faciasının yaşandığı günümüz tablosu içinde “İktisat eden maişetçe aile belâsı çekmez!” hadisi ne büyük hikmetler ihtiva ediyor!
Hırs, şükürsüzlük ve israf şahsî yaşantılarımızda birçok probleme vesile olduğu gibi, aile yaşantımızda da problemlere sebep oluyor…
Görülen o ki, araştırma neticelerini kadının ve erkeğin “para hırsı” penceresinden değerlendirmek hata olmayacaktır!
Oysa ki, Allah’a kulluk bilincinden kaynaklanan kanaat, iktisat ve şükür ibadetlerinin hedeflendiği bir aile yaşantısı şüphesiz iki dünya mutluluğunun anahtarı durumundadır.
Kur’ân’ın eşler arasındaki vazife taksimi
Kur’ân ve hadislere göre kadın, erkek kullukta eşittir. Fark yalnız aile içindeki iş bölümünde, vazife dağılımındadır. Bu ayrım kadın ve erkeğin farklı yaratılmış olmalarından kaynaklanır. Bilimin ilerlemesiyle kadın ve erkeğin fizyolojik, psikolojik, duygusal ve beyin faaliyetleri açısından birbirlerinden farklı bir yapıya sahip oldukları bugün açıkça ortadadır.
Kur’ân’ın tabiriyle “kavvam” yani kuvvetli olan erkek, kendisine verilen bu nimeti, yaradılış itibarıyla daha zayıf olan kadını himaye edip, ona hizmette kullanmalıdır. Ona dayak atmakta değil.
İşte Kur’ân eşler arasında vazife taksimi yaparken bu yüzden erkeğe aile hayatının maddî olarak devamı sorumluluğunu vermiştir. Yani erkek, evini geçindirip, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını teminle vazifelidir. Ailenin mânevî hayatı da erkeğin gayretine bağlıdır. Eşine iyi muâmele etmek, hakkını gözetmek, darıltmamak erkeğin üzerine düşen en önemli vazifelerden biridir. Kur’ân’ın bu konudaki hükmü açıktır:
“Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.”
Kadınsa “iç işleri bakanı” olarak ev işlerinin düzeninden sorumludur.
Hürmet, muhabbet, himaye, sadakat, güven, iktisat, kanaat ve şükür duyguları içinde yolunda gitmeyen işlerde, yardımlaşma, birbirinin eksiğini tamamlama her zaman asıldır.
Hz. Fatma ve Hz. Ali evlendiğinde Peygamberimizin (asm) sevgili kızına “Sen Ali’ye cariye ol ki, o da sana köle olsun!” tavsiyesini bir de bu açıdan düşünmek mümkündür. Neticede kölenin de, cariyenin de yaptığı iş hizmettir…
Nüşuze kadınlar…
“Erkekler, kadınlar üzerinde idareci ve gözeticidirler. Çünkü Allah insanların bir kısmını diğerlerinden üstün kılmıştır ve erkekler, mallarından kadınları ve çocukları için harcarlar. Salih kadınlara gelince, onlar Allah’ın emirlerine itaat edip, kocalarının hakkına riayet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa, onlar da kocalarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyabında korurlar. İsyankârlıklarından korktuğunuz kadınlara ise, güzelce öğüt verin. Eğer bu fayda vermezse onları yataklarında yalnız bırakın. Bu fayda vermezse onları hafifçe dövün. Eğer itaat edecek olurlarsa, siz de artık onları incitmek için bahane aramayın. Muhakkak ki Allah çok yüce ve çok büyüktür.” (Nisa Sûresi: 34. âyet)
Âyette beyine kafa tutup, üstünlük taslayan, meşrû isteklerine isyan eden hanımlar “nüşuze” olarak tâbir ediliyor. Tefsirlerde kadının “isyankârlık” hâli, eşine karşı süslenmemesi, kocasının cinsel taleplerini reddetmesi, eşinden hoşlanmaması, eşinin istediği evde yaşamayı reddedip başka bir evde yaşaması, kocasının izni olmadan gezip dolaşması, onun malını israf derecesinde harcaması olarak sıralanıyor.
“Kadınları dövün!” diye âyette genel bir hüküm bulunmuyor. Sadece meşrû istekleri isyanla mukabele bulan erkeklerin öfke duygularını kontrol edip kırmızı çizgilerini belirlemeleri söz konusu. Kaldı ki, kadınların mizaçları çok farklı. Sert bir söz ve bakıştan rencide olan hanımların yanında, “Erkek bu, döver de” diyenler de mevcut.
Affetmenin güzelliği…
Elmalılı Hamdi Yazır dayakla ilgili hükmün yer aldığı Nisa Sûresi’nin 34. âyetinin yorumunu yaparken mü’min erkeklere şöyle sesleniyor:
“Şunu muhakkak bilmeli ki, Allah pek yüksek ve pek büyüktür. Allah’tan korkunuz ve kadınlara karşı size vermiş olduğu kuvveti kötüye kullanmayınız. Allah’ın size karşı kudreti, sizin kadınlara karşı kuvvetinizden çok yüksektir. Ve sizin Allah’a karşı günahlarınız, kadınların size karşı günahlarından daha çok ve daha isyankâr olduğu halde, Allah sizin tövbelerinizi kabul ve günahlarınızı affederken size karşı itaat eden zevcelerinizin vâkî olan kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara taarruz için vesile ararsınız?”
Bir psikologdan tavsiyeler…
Mesleğini uzun yıllar ABD ve İsviçre’de icrâ eden psikolog Selin Karacehennem şiddeti sınır tanımayan genel bir insanlık problemi olarak değerlendiriyor. Bakın bu konuda kadınlara nasıl “pratik taktik”ler veriyor:
“Şiddet gösteren erkeklere hiç sempatiyle yaklaşmıyorum, ama kadınlara ‘Mümkünse dayak yemeyecek şekilde davranın’ diyorum. Kocası parlamaya başlayınca kadın başka odaya gitsin. Adam bağırmaya başladığında karşısında durmamak lâzım. Ne kadar haklı olursanız olun, o sırada provoke edilmemeli erkek. Çünkü bizden daha güçlüler. Akıllı kadınlar arka planda kalırlar ve kayınvalideden devraldığı erkeği idare ederler. Tartışma sırasında ve sonrasında bir iki gün susup ardından ‘Ben senin tarafından azarlanmak istemiyorum ki…’ diye olaya girmeliler” diyor…
25.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|