Büyük şehirde yaşıyorsanız eğer, hafta sonları ana caddelere çıkmak gerçekten cesaret ister! O yüzden mecburiyetten çıkmışsam, en kısa yoldan işimi halledip soluğu ara sokaklarda alırım…
Geçtiğimiz hafta sonu da o mecburiyetlerden birini yaşadım. Her zamanki gibi yoğun bir kalabalık ve insanlar yangından mal kaçırırcasına alış veriş koşuşturması içindeler…
Ramazan ayı genelde Fatih gibi muhafazakârlığı ile tanınan yerlerde pastane ve restoranların tadilât işlerini yaptıkları bir aydı. Açık olanlar da donuk bir sessizlik içinde işlerini devam ettirirlerdi.
Mazereti olmadığı halde, oruç tutmak istemeyenler bile bunu aşikâre yapmazlardı. Bu zamana kadar en azından Fatih’te öyleydi yani.
Beni çok şaşırtan tablo şuydu: Merkezî noktalarda yer alan pastane ve lokanta benzeri yerlerde yoğun bir canlılık vardı. Ve başı örtülü teyzeler, çocuklu hanımlar, mankenleri andıran genç kızlar yola bakan cam kenarlarına oturmuş, iştahla güle oynaya yemek yiyorlardı…
Dinimiz insanı merkeze alıp değer veren öylesine güzel bir din ki, zarûreti olanlar şartlarını yerine getirerek elbette oruç tutamayabilirler. “Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez” âyeti ışığında ilmihal kitapları asırlardır insanlara bu noktada kılavuzluk yapmışlar…
Sözgelimi ensülin kullanan bir şeker hastası, nerde ne zaman olursa olsun ihtiyaç hissetti mi birkaç lokma yemek zorundadır. Ramazan ayı ise bir köşeye çekilir ve atıştırır… Atıştırmak zorundadır!
Anlatmak istediğim bunlar değil.
İnsanların, bütün dinî hassasiyetleri, en azından atalarımızın “edep” dediği görgü kurallarını bir kenara atıp, sanki Ramazan ayında değilmişiz gibi alenen yiyip içmesi bu zamana kadar hiç rastlamadığım bir tablo olduğundan garipsedim, hem de çok. Yaklaşık otuz yıldır oturduğum semtimi iyi tanıdığımı sanıyordum. En azından şimdiye kadar.
Literatürümüze olanca hızıyla girip yerleşen “Mahalle baskısı” sözünü hatırlayıp gülümsedim. Gelişen teknolojinin etkisiyle artık küçük bir köy haline gelen dünyamızda ne mahalle, ne de baskısı kalmış! Olsa bile ciddiye alan yok!...
Olsa olsa insanda imandan gelip kalp ve ruhun üzerinde etkisini gösteren, nefsi ve hevesleri terbiye etmeye çalışan bir güçten bahsedilebilir ki, bu da şahsîdir.
En azından oruç ibadeti için bu böyle değil midir?
Bir insanın hakikatte oruç tuttuğunu kendisi ve Allah’tan başka kim bilebilir ki?
Keşke her zaman Ramazan olsa!
Ramazan ayının güzelliklerinden biri de halka açık toplu iftar dâvetleri. Özellikle belediyelerin bu alandaki çalışmaları takdire lâyık. Ecdattan gelen güzel bir âdeti çok güzel yaşatıyorlar. Osmanlıda da konak ve köşklerde muhtaçlar için özel olarak kurulan isteyenin gelip rahatlıkla iftar yapabileceği sofraların kurulduğunu Münevver Ayaşlı’nın “Edep Ya Hu!” kitabında okuduğumu hatırlıyorum.
*****
İftara az bir zaman kala acele acele eve yetişmeye çalışırken kendi aralarında kuşlar gibi cıvıldaşıp cami avlusunda kurulan iftar sofrasına doğru yürüyen birkaç küçük kafadarın sözleri kulağımdan gönlüme ılık bir bahar rüzgârı gibi akıveriyor.
“İftarda tam yedi çeşit yemek varmış.”
“Evde nerde o bolluk!”
“Ne güzel, yemek paramız cebimizde kalacak!”
“Oğlum, keşke her zaman Ramazan olsa ya di mi?”
Çocukların küçük dünyasında Ramazan ayı, bol çeşitli iftar sofraları anlamına geliyor!
30.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|