Van’dan okuyucumuz:
*“Muhâkemât isimli eserde geçen, ‘İslâm ile barışık olan felsefe’ hangisidir?”
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’ne göre, insanlık âleminde Hazret-i Âdem’den (as) beri iki büyük cereyan, iki fikir zinciri her tarafta ve her insanlık tabakasında dal budak salıp gelmiştir. Bunlar:
1- Nübüvvet, Peygamberlik ve din silsilesi,
2- Fikir ve felsefe silsilesi.
Bu iki silsile ne zaman birleşmiş ise, yani felsefe dine tâbî ve dâhil olmuş ise; yani felsefe, düşünce disiplininin temeline vahyin getirdiği hakikatleri almış ise, yani felsefe vahye ters düşmemiş ise insanlık âlemi parlak günler yaşamış ve yükselmiştir.
Fakat ne zaman din ile felsefe ayrı gitmişlerse, bütün hayır, nur ve aydınlık din tarafında; bütün şer, dalâlet, yanılgı ve isabetsiz fikirler felsefe tarafında toplanmıştır.
Netice itibariyle, felsefenin insanlığa fayda getirecek düşünceler üretmesi için, tahrif olmamış vahyi elinde bulunduran tek din olan İslâmiyet’i düşünce disiplininin temeline alması gerekli ve zorunludur.1
***
İzmir’den okuyucumuz:
*“Tarihe mal olmuş geçmişteki şahsiyetlerin hatalarını etüt etmek gıybet sayılır mı?”
Şüphesiz tarihî şahsiyetler de insandırlar. Onların mü’min olanlarından bahsediyoruz şüphesiz; eğer hata etmişlerse, onların da Kur’ân’ın, “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir”2 zırhı ve şemsiyesi altında korunmaya hakları vardır. Onların aramızda yaşamıyor olmaları, bize hatalarını ileri-geri konuşma, eleştirme, suçlama ve itham etme hakkı vermez.
Tarihe ibret almak, ders çıkarmak ve ilim öğrenmek için bakılır, tarihî olaylar ancak bu niyetlerle etüt edilir. Fakat zanna değil, sıhhatli bilgilere dayanmalıdır. Taraf olmamalı, her hangi bir taraf itham edilmemelidir.
Meselâ Cemel vak’asını etüt ederken Hazret-i Ali’nin (ra) isabet ettiği, mukabil tarafın ise hata etmiş oldukları söylenebilir. Fakat her iki taraf da sahabe olduklarından ve içinde bulundukları duruma içtihatları sonucunda ulaştıklarından, hatalı tarafa bedduâ edilmez, lânet okunmaz. Her iki taraf için de Allah’tan af, mağfiret ve rahmet istemek kaydıyla adlarından ve karıştıkları olaylardan “objektif” biçimde bahsedilir.
Bilhassa sahabelerden bir tarafı destekler ve diğer tarafı suçlar mahiyette konuşulmaz. Âlimlerin, “Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme, dedikodu yapma. Hem öldüren, hem ölen ikisi de ehl-i Cennettir” sözü kulağımızda küpe olmalıdır.3
Öte yandan, tarihe mal olmuş sözkonusu kimseler, eğer "fâsık-ı mütecâhir" kategorisine giren, yani fenalığı sıkılmayarak açıktan işleyen, belki işlediği kötülüklerle iftihar eden, zulmüyle lezzetlenen zalim birtakım insanlarsa, zaten gıybetleri caizdir. Ve Bediüzzaman Hazretlerine göre, bu da zaten ‘garazsız ve sırf hak ve maslahat için’ yapılır.4
***
Abdülmecit Bey:
*“Tahiyyetü’l-Mescid namazı nedir? Her vakit kılınabilir mi?”
Bir camiye veya mescide ilk defa giren kimsenin kıldığı iki rekâtlık bir namazdır. Hükmü sünnettir. Bu namaz, vakit namazı dışında camiye veya mescide girildiği zaman kılınır. Vakit namazına başlanmış olması durumunda ise, kılınan vakit namazı Tahiyyetü’l-Mescid namazı yerine geçer.
Tahiyyetü’l-Mescid namazı, üç kerâhet vaktinin dışında her zaman kılınır. Şafiîlerde kerahet vakitlerinde de kılınabilir.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 497
2- Hucurât Sûresi: 12
3- Mektûbât, s. 57
4- Mektûbât, s. 268
28.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|