Hilm akardı yüreğinden yüzüne, yüzünden yüreklere… Edep ve tevazu timsâli tavırlarıyla sükûn halkalar oluştururdu çevresinde… Hal lisanıyla konuşurdu kelimeden öte, özü önceleyerek…
Uzun izahâtlar yapmazdı Nur Risâlelerini okurken, kısa kelimelerle işaret ederdi mânâ mihverine… Lüzumsuz konuştuğu görülmezdi, mâlayaniyât yaklaşamazdı yanına… Hilm doğardı girdiği meclislere…
Çam Dağı kokardı konuşmaları, Gelincik Yaylası eserdi tebessümü… Koyu gölgeli Barla’da bir ömür boyu kalmadı, gittiği beldelere gölge götürdü ömrünce…
Savruk zamanlarda çınar gibi dik durdu, Barla denizi gibi diri ve duru… Hilesizliği hile bildi, itibar etmedi kumdan tümseklere; bağrında Barla dağı taşıdı, eteklerinde taş taşımadı…
Etiketiyle değil hikmetiyle yürüdü; yılların kıvrımlaştırdığı yollarda… Çatık kaşlı değil kardeş bakışlıydı, karmaşık günlerde… Vakarıyla güler, kemaliyle kelâm ederdi… Kıymetsizliğe kıymet vermezdi; zira ömür az, lüzumlu işler çoktu…
Çokluğun kıymetsizliği değil, keyfiyetin kıvamıydı aradığı… “Hayatımın en önemli hadisesi Risâle-i Nur’u tanımaktı” kendi ifadesiyle, diğer kazandıkları ve kaybettikleri itibariydi, itibar etmedi… İtibarı Nura talebe olmakta aradı, aradığını buldu; vefat saati, vefat günü bunun işaretiydi…
Nur Müellifi Bediüzzaman’la aynı saatlerde, Nurun mühim talebelerinden Bayram Yüksel Ağabeyle aynı günde dar-ı bekaya irtihali tesadüfün uzanması imkânsız bir tevafuktu… Kerim olanın işârî bir ikramıydı bu; hayatını hizmette harcayan hakikî ve harika bir kazanç sağlar…
Geride kalanlara ibret ve derstir bu; sahte sahiplenmeler peşinde koşmakla hayatı heder etmek değil, hayatın en önemli işini imana hizmet bilip o işle içli dışlı olabilmek ömrünce…
Nur mektebinde Kur’ân talebesi olmak isteyenlerin vasıflarıydı kısa kelimelerle ifade etmek istediklerimiz… Onlar ölümü soluklar her nefeste, hizmeti hatırlatır hallerinde, hayatı haykırır ölümlerinde… Ömrün ölümü; ölümü düşünmemek, tefekkürü terk etmek bilirler, o şuurla hayata hayat katarlar…
Çabaları boşuna değildir; imanla kabre girme, ehl-i necat olma müjdesine erişebilmek ve eriştirebilmektir ehl-i imanı, diğer insanları…
Hafız Ali Ağabeye kim ölü diyebilir? Bilâkis diri fakat biz hissetmiyoruz… Vefat eden Nur talebelerini ders meclisinde toplayan bir alemdar… Alâmetler, Hilmi Doğan Ağabeyin de o meclise dâhil olduğu, yıldızlarda devam eden nurânî derslerde yerini aldığı yönde… Duâmız da bu yolda… Duâlara icabet eden Rahman’a hamd olsun…
Ölüm ve hayat hakikatiyle kol kola yerde yürüyenler, yıldızlara çıkacağı günü gözlerler…
Mâlayaniyâtla meşguliyetten perişan gönlümüz, malûmatfüruşlukla iştigalden akletmeyen aklımıza kuvvetli bir ihtar ve müjdedir Hilmi Doğan Ağabeyin vefatı… Yeni dirilişler için ibretle okunacak bir eserdir “Nurlu Hatıralar”… Hatırınızda olsun der, ölümü de hatırınızdan çıkarmayın deriz; zira her nefis gibi biz de tadacağız onu… İyisi mi onu iyi karşılamaya çalışalım.
Not: Hilmi Doğan Ağabeyi ikinci doğuşunda sıddıklarla beraber doğması duâsıyla uğurlarken, geride kalan “Doğan” ve “Kaşlıoğlu” ailelerine Cenâb-ı Hak’dan sabr-ı cemil niyaz ediyorum. (H. Eren)
27.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|