Anadolu ile Irak, İstanbul ile Bağdat, mânen olduğu gibi madden de birbirinden kopmaz, ayrılmaz bir bütünü teşkil ediyor.
Zahirî ve muvakkat ayrılıklar, mâzi cânibinden gelen şanlı, kuvvetli bağları kesmez, kesmemeli.
Dünden bugüne zaman zaman yaşanan birtakım geçici arızaların kaynağı da, zaten başka (ecnebi) merkezlerdir.
Bunlara hiçbir şekilde kanmamalı, itibar etmemeli; buna mukabil, tarihten gelen kuvvetli bağlara sıkısıya tutunmalı ki, günümüzdeki mevcut sıkıntılar da kolayca atlatılabilsin.
Bağdat'a o kadar âşinayız ki...
Topkapı Sarayı, "devlet mantığının" gelişip dünyaya serpildiği en güzel mekânlardan biri olmuştur.
Bu "dünya cenneti" hüviyetindeki geniş, havadar mekânda arz–ı endam eden en güzel köşklerden biri ise, Bağdat Köşkü'dür.
Sultan IV. Murat tarafından 1639'da yaptırılan bu köşk, aynı dönemde bir kez daha fethedilen Bağdat şehrinin (ve dahi Bağdat seferinin) hatırasına inşa edilmiş.
Bağdat, bu mânâsı itibariyle, devletin kalbinde ve milletin ruhunda öylesine yerleşip kökleşmiştir ki, bunun sökülüp atılması kàbil değil.
Asırlardır İstanbul'u denizi, boğazı, camileri ve tepeleriyle birlikte temâşâ eden Bağdat Köşkü, bugün de dimdik ayakta ve her gün ziyarete gelen binlerce yerli–yabancı turistin hayranlık dolu bakışlarına mazhar oluyor.
* * *
Türkiye'nin maddî ve mânevî değerine paha biçilmez Bağdat Köşkü'nün yanı sıra, ayrıca yine Bağdat ismini taşıyan kıymettar daha birçok yeri, mekânı, alanı var.
Bunların başında, İstanbul'un Anadolu yakasında kilometrelerce uzayıp giden meşhûr Bağdat Caddesi gelir.
Osmanlı'nın son döneminde, bundan çok daha önemli ve kıymettar bir diğer servet ise, Anadolu–Bağdat Demiryolu'dur.
İstanbul'dan Bağdat'a kadar inşa edilen bu demiryolu, bilâhare Şam'a ve oradan da tâ Medine şehrine kadar uzatıldı.
Şükür ki, tam 100 sene sonra aynı güzergâhın yeniden inşa edilmesi gündeme gelmiş bulunuyor.
* * *
Bunların dışında, ayrıca Adana, Van, Şanlıurfa gibi Türkiye'nin birçok şehrinde "Bağdat Çarşısı", "Bağdat Pasajı" ismini taşıyan kalabalık iş merkezleri var.
İçinde "Bağdat" geçen firma ve iş yeri isimlerinin ise haddi hesabı yok.
İşte, bütün bunlar gösteriyor ki, genelde Irak ve özelde Bağdat'la kopmaz, ayrılmaz bağlarımız var.
Osmanlı zamanındaki meşhûr "Bağdat Kapısı" ise, İstanbul'dan Bağdat'a doğru giden ilk molanın, ilk çıkış durağının ismidir.
Dileriz ki—muvakkat arızalar dışında—asırlar ötesinden günümüze kadar daima açık duran, açık tutulan "Bağdat Kapısı" tâ kıyâmete kadar da hiç kapanmasın, hiç kapatılmasın.
İnanıyoruz ki, İstanbul–Hicaz Demiryolu'nun yeniden hayata geçirilmesiyle, Bağdat yolu da büyük ölçüde rahatlayacak ve eskisinden çok daha canlı, hayattar bir hale gelecek.
GÜNÜN TARİHİ 27 Kasım 1934
Tarihte benzeri olmayan bir yasak furyası
Türkiye'de 1934 yılı Kasımının son haftası ile Aralık ayının ilk haftasında öylesine dehşetli bir yasak furyası yaşandı ki, böylesi bir fecaate insanlık tarihinde ilk kez şahit olundu.
İşte, bu gayr–ı fıtrî değişim, dönüşüm ve başkalaşım mânâsındaki yasaklar zincirinin belli başlı halkaları:
1) 24 Kasım: Yaklaşık 500 senedir fethin sembolü olarak içinde ibadet edilen ve Fatih Sultan Mehmed'in vakfiyesine göre bu statüsü kıyâmete kadar değiştirilmemesi gereken Ayasofya Cami, asıl mahiyeti–ne hikmetse–anlaşılamayan bir "Bakanlar Kurulu Kararı" ile mâbet olmaktan çıkarılarak "müze" haline getirildi.
2) 26 Kasım: Soyadı Kànununa paralel şekilde çıkarılan 2590 sayılı kànuna göre, bundan böyle hiçbir şekilde, yani ne lâkap olarak da, soyadı olarak da–en az bin yıldır kullanılmakta olan–şu ünvan ve tâbirler asla kullanılmayacak: Ağa, hacı, hafız, molla, efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi ve hazretleri.
3) 3 Aralık: Dinî kıyafet ve kisveler, cami–mescid gibi mâbetlerin dışında hiçbir sûrette giyilmeyecek.
Uyduruk soyisimleri
Bu arada şunları da hatırlatalım ki, eski soyadlarının hemen tamamı geçersiz sayıldı ve önemli bir kısmının yeniden kullanılması yasaklandı. Aynı şekilde, pekçok köy, kasaba ve şehir isimleri değiştirildi. Hatta, bazı gazete isimleri bile değiştirildi. Meselâ, "Hakimiyet–i Milliye"nin 27 Kasımdan sonra "Ulus" ismiyle çıkması gibi...
Bu meyanda önemli bir nokta da şudur: Pekçok vatandaşa öylesine uyduruk, berbat, incitici, yüz kızartıcı, hatta haysiyet kırıcı birtakım soyadları verildi ki, onları burada zikretmekten dahi haya ediyoruz.
Bunların bir kısmı zaman içinde ve özellikle mahkeme yoluyla değişmesine rağmen, önemli bir kısmı ise hâlen kullanılmaya devam ediyor.
İşte, sadece bir kısmını burada zikrettiğimiz değişim ve yasak furyasının, insanlık tarihinde ikinci bir benzerini bulamıyoruz, gösteremiyoruz.
Sadece bir kısmını diyoruz, zira bir diğer kısmı var ki, onları bugün (yine 75 sene sonra) bile eleştirel mânâda yazamazsınız.
Haliyle, böylesi bir durumun da dünya tarihinde ikinci bir eşi–benzeri yoktur.
27.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|