Dağlar, Çamdağı ve Hilmi Doğan
Hilmi Ağabeyi, bundan 10 yıl kadar önce bir görev icabı Kayseri Yeşilhisar ilçesinde bulunduğum zaman evinde ziyaret etmiştim. Oldukça dinç, yaşını asla belli etmeyen bir görüntüsü vardı. Kısa tanışma faslından sonra tekrar görüşmek dileğiyle ayrılmıştım.
Hilmi Ağabeyi Çamdağı ve Erekdağı şiirlerinden dolayı çok severdim.
Dağlar bize bir çağrıdır. Güzele, sonsuza, bilinmeze doğru bir çağrı. Onların eteklerinden devşirilmiş bir kucak çiçek olmuştur hep onlara yazılan şiirler, türküler, şarkılar.
Dağlarla o kadar iç içe olmuşuz ki tarihler boyu şarkılara, türkülere konu olduğu gibi, bir vakit dinî motiflerimizde de dağlar Tur olmuş, Hıra, Arafat, Sina olmuş; inanç ve duygu dünyamızın uçsuz bucaksız ikliminde bizi zirvelerde gezdirmişti.
Yahya Kemal, bu geçeği şöyle dile getirmiş:
“Dağlar başında zevkini aldındı varlığın,
Bulsun bu zirvelerden huzur ihtiyarlığın”
Kimi şâir, şiirlerinde:
“Dumanlı başları göklere ermiş,
Yedi renk üstünde hareli dağlar.
Yan yana yaslanmış, el ele vermiş,
Ezelden ebede sıralı dağlar.”
Gönülden nağmeler dökülmüş.
Yüce Kur’ân’ımızda Ra’d, Hicr, Nahl, Enbiya, Lokman, Naziat, Ğaşiye Sûrelerinde dağların yaratılmasından bahsedilir. Ahzab ve Haşr Sûrelerinde bütün canlı ve cansız varlıklar gibi, dağların da Allahu Teâlâ’ya secde ettikleri, yine Hicr Sûresi’nde dağların insanlara faydaları anlatılır. İsrâ Sûresi’nde kibirli insanların boylarının asla dağlara erişemeyeceğinden; Ra’d, Nebe, Tekvir, Tur ve İbrahim Sûrelerinde kıyamet günü dağların yürütüleceğinden; Vakıa, Mearic, Mürselât, Karia, Müzzemmil, Taha ve Kehf Sûrelerinde de, o gün dağların pamuk gibi atılacağından insanlara haber verilir.
Risâle-i Nur’da “Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır. Zîrâ, dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gàzât-ı muzırrayı tersîb edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmîsi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhâfaza eder) ve sâir levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazînesi olarak fehmeder. Şu koca dağları şu sûretle hâne-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maîşetimize hazînedar tâyin eden Sâni-i Zülcelâli ve’l-İkrama, kemâl-i tâzim ile hamd ü senâ eder” denilir.
Yine Risâle-i Nur’da, her dağın bir şahs-ı mânevîsinin bulunduğu, her nev’e münasip bir melek-i müekkel olduğu, dağlara müekkel meleğin ‘melekü’l-cibâl’ ismi ile tabir edildiği yazılıdır.
Dağlar arka verip, emin olunacak yerler; göklere yakın muhteşem sığınaklar, Allah’ın azametini insanlara hatırlatan yüceliklerdir. Köroğlu bunu şöyle dile getirmiş:
“Hemen Mevlâ ile sana dayandım,
Arkam sensin, kal’am sensin dağlar heyy!
Yoktur senden gayrı kolum kanadım;
Arkam sensin, kal’am sensin dağlar heyy!”
Kur’ân-ı Kerim’de dağların emaneti üstlenmekten kaçındıkları bildirilir. Oysa bizim örfümüzde, kültürümüzde onlara çok atıflar yapıp, çok ağır yükler yüklemişizdir. Mahir Türkistan’ın şu şiiri ne güzel anlatır bunu:
“Dağlar ne dağlarsınız, / Kardan kemer bağlarsınız, / Gül sizde bülbül sizde, / Siz ne derde ağlarsınız.”
Abdürrahim Karakoç’un dağ anlayışı da şöyledir:
“Hürriyet nerde demeyin sakın;
Şehirlere uzak, dağlara yakın”
Başka bir şair olan Kuloğlu:
“Dağlara düşürdün gönül sen beni” diyor, bir hicranı dile getirirken de:
“Yol verin geçeyim dumanlı dağlar / Dağların ardında nazlı yar ağlar” diyor.
Dağlar bizim sazımızda, bizim sözümüzde; hep aşılmazlıkların, yolların ve ayrılığın sembolü… Sarp ve engebeli yapıları, ürkütücü şekilleri, hoyrat selleri, doruklarında buzla örtülü kaygan tepe, apansız geliveren çığları, yuvarlanan kayaları, lâkin her şeye karşılık her biri birer cazibe odağı...
Dağların sırrı, peygamberlerin hayatlarına öylesine mezcolmuş ki; Peygamberimiz, Allahu Teâlâ’nın ilk vahyine Hıra Dağında mazhar olmuş; Hz. İsa (as) duâ için hep dağa çıkmış; Hz. Musa’ya (as), Rabbimiz, Tur dağında tecellî etmiş; Hz. Nuh’un (as) gemisi tufanın sonunda dağa demirlemiş.
Hepimizin gönül sesi Yunus Emre:
“Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni” derken, başka bir nâmesinde;
“Yunus eydür, gezerem, / Dost iledür bazarım / Ol Allah’un didarın, / Gördüm bir dağ içinde” diye ibretli serzeniştedir.
Dağlar, Üstad Bediüzzaman Hazretleri için de çok değerlidir. Zaman zaman çıkıp Risâle yazdırdığı, tefekkür ettiği dağlar vardır. Başet gibi, Erek gibi, Çamdağı gibi Üstadın sırlarını, münacâtını saklayan dağlar vardır. Yıllar sonra Üstadın tefekkür ettiği, münâcât ettiği dağları gezen kıymetli, hizmet ehli ve Risâle-i Nur’un şairi Hilmi Doğan Ağabeyim;
“Gözlerinde yaş var üzgünsün Erek
Bende sencileyin ağlasam gerek” deyip ağlamış, sonra umutlanıp;
“Geldi nesl-i cedid! Ağlama Erek, / Karlar giyin, karalar bağlama Erek” diyerek teselli bulmuş; yine Güller diyarında ise;
“Çam dağından esen yeller / Zikir arkadaşı dallar / Üstada muntazır yollar / Gelecek deyu Barla’da
“Tepelice çama çıktım / Gelincik dağına baktım / Mümkün olsa kalacaktım / Bir ömür boyu Barla’da” diyerek hissiyâtını dile getirmiş, dağlarda rahatlamıştır.
Allah mekânını Cennet eylesin.
|