Türkiye’nin son iki yıldır AB yolunda bir arpa boyu ilerlemediği eleştirileri yapılırken, Dışişleri Bakanı’nın, Meclis’teki bütçe görüşmelerini hızlı ve sürpriz bir reform sürecinin tâkip edeceğini söylemesi, dikkat çekici bulundu. Belli ki başmüzâkereci Babacan da Ankara’nın demokratikleşme ve diğer AB uyum yasalarının bir hayli tavsadığının farkında. Bu yüzden “Türkiye’de bunlar da oluyor diye şaşıracaksınız” diyor.
Gerçi Babacan reformların neler olacağını açıklamıyor. Bu durum, daha baştan reformların salt “Güneydoğu açılımı” ve benzerî inhisarlarla ölü doğması endişesine yol açsa da, kamuoyu Bakan’ın açıklamalarının arkasını merakla bekliyor.
Diğer yandan Babacan’ın “uzun süren tartışmaların reformların içini boşalttığı” ifâdesi, AKP hükûmetinin son beş yıldır AB gündeminin saptırmasına geldiğinin örtülü bir itirafı. Gerçek şu ki Türkiye’nin demokratikleşmesini ve bölgesinde lider ülke olmasını hazmedemeyen hâricî ifsad odakları ve içteki işbirlikçi uzantıları, elbette gündem sapması oyununu oynayacak.
Türkiye’nin Kerkük’ün statüsüne itiraz edeceği sırada Hrant Dink suikastıyla gündemin içe kaydırılması bunun içindi. Yine Ankara’nın seçimler sonrası tam da yeni anayasayı gündemine alacağı süreçte, peşpeşe 40’ı aşkın askerin şehid edilmesinin hedefi buydu. Senaryolar, Türkiye’nin gerçek gündemine eğilmemesi; AB sürecinden uzaklaşması amacıyla sahneye konuldu. Bombalar, mayınlar bu menhus maksatla patlatıldı...
* * *
Ama mârifet, bu tuzağa düşmemektir. Başta demokratikleşme ve özgürlükler olmak üzere Türkiye’nin asıl gündemini devre dışı bıraktıran oyunları engellemektir. Başarı budur... Yoksa, dış ve iç mihrakların gündem sapması ve saptırılması oyunlarının arkası gelmez; ve bu gidişle Türkiye yıllarını kaybetmeye devam eder.
ABD’nin 11 Eylül’ün ardından işgal ettiği ülkelerdeki bağımsızlık hareketlerine “terör”, işgale karşı direnenlere “terörist” diyen konseptiyle Ankara, AB gündeminde hiçbir mesâfe alamaz. “Stratejik müttefiklik” gerekçesiyle Türkiye’nin BOP’un içine çekilip ortak edilmesiyle, demokratikleşme sağlanamaz.
İşin en acıklı yanı, Türkiye’nin AB’ye girmesini istemeyen “AB içindeki ABD’ciler”in tahriklerine kapılmaktır. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan ve “imtiyazlı ortaklık” gibi itici önerilerle ortalığı bulandıran Bush’un hayranı Selânikli Sarkozy gibilerin tahrikine gelmektir.
Şurası bilinmelidir ki AB, Sarkozy ve Merkel’den ibâret değil; ve Leyla Şahin davasında AİHM’in “hükûmet savunması”yla şaşırtılması örneğinde olduğu gibi, Ankara bir yanlışlık yapmadığı sürece, AB’nin irâdesi demokrasi, hukuk ve insan haklarından yana olacaktır.
Sarkozy’in Müslümanları “ayrık” gören ve okullarda başörtüsünü yasaklayan kışkırtmalarına karşı, AB temsilcilerinin başörtüsünün dinî bir vecîbe ve inanç özgürlüğünün gereği olarak yasaklanamayacağına dair teminatları ortada...
Bu bakımdan AB uyum yasalarındaki ihmalin hiçbir mâzereti yoktur. Zira Türkiye’nin tam üyeliği gecikse de, reformlar öncelikle Türkiye’yi rahatlatacak; demokrasisini geliştirecek ve kalkınmanın önünü açacaktır...
* * *
Şu hale bakın. Hâlâ 312. maddenin yeni ceza kanunundaki versiyonuyla yargılanmalar devam ediyor. Düşünceyi ifâde özgürlüğünü engelleyen yalnız 301. madde değil, 216. ve benzerî maddelerle fikirlerin ifâdesi “suç” sayılıp ceza alıyor. Güya bunlar sözde özgürlüklerin genişletilmesi ve ifâde hürriyetinin önünün açılması için “düzeltilmişti.”
Hâlâ, tamamen bir inanç hakkı olan başörtüsü yasağı devam ediyor. Peki hiçbir yasal dayanağı olmayan ve yüzbinlerce öğrenciyi mağdur eden yasadışı yasağın kaldırılması ne zamana kalacak? Türkiye’nin AB üyeliği mi beklenecek?
Nerede kaldı; “hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağını” belirten, “devletin eğitim ve öğretim görevini yerine getirirken, vatandaşların dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme hakkına saygıyı” hükme bağlayan, AİHS Ek Protokolü ikinci maddesi?
Hâlâ YÖK, eğitim sisteminin sırtında bir “yük” olarak duruyor. Hangi Avrupa ülkesinde böyle bir kurum var?
Anayasa’nın bir başka bahara kaldığı anlaşılıyor. O halde siyasî iktidar, niçin Anayasanın 130. ve 131. maddelerini değiştirme teşebbüsünde bulunmuyor? Niçin bütün demokratik ülkelerde oldu gibi Yükseköğretim Kurumu’nun yetkisini “koordine” ile sınırlandırmıyor? Keza, siyasetin demokratikleşmesinin birinci şartı olan siyasî partiler ve seçim yasalarının AB standartlarına uyumu için neden tek kelime edilmiyor?
Sonuçta “yargı reformu” duruyor. “Eğitim demokratikleşmesi”nde ve eğitimin önündeki engellerin kaldırılmasında uygulamaya yansıyan esaslı bir uyum sağlanmış değil. Siyasetin demokratikleşmesi gündemde bile değil...
Babacan’ın açıklamadığı “şaşırtacak reformlar” bunlar olacaksa, ne âlâ. Değilse, bir defa daha kamuoyunu oyalamaktan ibâret kalacak demektir.
Peki ne zamana kadar? AKP’nin “AB sözü”ne ne oluyor?
24.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|