“And olsun ki Biz Mûsâ’yı, ‘Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve Allah’ın geçmişteki nimet ve azap günlerini onlara hatırlat’ diye, mucizelerimizle birlikte gönderdik. Çok sabreden ve çok şükreden herkes için şüphesiz bunda ibretler vardır.”
Meâlini verdiğimiz âyet İbrahim Sûresinin beşinci âyeti.
Allah, Kur’ân’da, Hz. Musa ve kavminden bahsederken, Hz. Musa’ya onları bir yandan karanlıklardan kurtarırken diğer yandan da “Allah’ın geçmişteki nimet ve azap günlerini onlara hatırlat”masını emrediyor.
Hz. Musa, Firavun’un esareti altında inleyen İsrailoğullarını Allah’ın inayetiyle kurtarmış, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmıştı. Artık yaşama başta olmak üzere her türlü hak ve özgürlüklerini serbestçe kullanabiliyor, özgürce yaşıyorlardı.
Ne var ki nimetin hakkını verebilmek, benzer sıkıntılara düşmemek için o günleri unutmamak gerekiyordu. Nimet unutulmamalıydı. Tâ ki kıymeti bilinip şükredilsindi. Sıkıntılar da unutulmamalıydı. Aynı durumlara düşmemek için dikkatli olunsundu.
Kur’ân bütün asırların kitabı olduğuna göre bizler de bu âyetten asrımıza, yaşadığımız olaylara dersler çıkaramaz mıyız?
Elbette. Bir Irak, bir Filistin, bir Afganistan için elbette dersler çıkarılmalı. Hatta onlar boyutunda olmasa bile terörden muztarip olan bizler, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanlarımız da gerekli payı almalıyız.
Ülke 80’li yıllardan bu yana muztarip. Ateş düştüğü yeri yakar misali daha çok Doğu ve Güneydoğu halkı muztarip, huzursuz, perişan. İki arada bir deredeler. Âlimleri, mürşidleri perişan… Halkın birçoğu göçe meçbur kalmış.
Olayın iki boyutu var. Biri bölge halkını, diğeri de yöneticileri ilgilendiriyor.
Yüzyıllardır bizi biz yapan, bir arada tutan, kaynaştırıp kenetleştiren değerlerimizi hatırlamak, onlara sahip çıkmak, yanlışlıklara pirim vermemek. Tâ ki terör cesaret bulamasın.
Yöneticiler de halka sevgi ve şefkatle yaklaşıp hak ve özgürlüklerini korumalı, maddeten ve manen kalkınmalarını sağlamalı.
Yukarıdaki meâlini verdiğimiz âyete Doğu ve Güneydoğunun kurtuluşu açısından bakarsak, terörün her şeyi alt üst eden cenderesinden, karanlıklarından kurtulup nura, aydınlık bir dünya çıkabilmek için Kur’ân’ın kurtarıcı, meded ve şifa verici manevî ilâçlarından faydalanmak. Geçmişteki acı-tatlı günleri unutmamak, bunlardan gerekli dersleri çıkarmak, doğrulara, güzelliklere sahip çıkıp yanlışları terk etmek.
Bediüzzaman da bu âyetin şifa kaynağı olduğuna dikkat çekip özetle der ki: “Tam Arapça ve Türkçe bilmeyen, mürşid ve âlimleri perişan olan Şark vilayetlerinin Risâle-i Nur imdadlarına yetişecek. Her taifeden çok başlarına gelen hadiseler ve âyette ‘Allah’ın geçmişteki nimet ve azap günleri’ tabir edilen elîm vak'aları hatırlatmakla ikaz ve irşad etmelerine bir işaret mânâsı taşıyor.”1
Dipnotlar: 1- Şuâlar, s. 625.
24.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|