Geçen haftanın önemli gündemlerinden biri, Başbakan Erdoğan’ın partisinin “Alevî kökenli milletvekilleri”yle yaptığı görüşmeler soncu ortaya çıkan çarpıcı beyânlardı... AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun koordinesiyle seçimden önce de Alevî dedesi Binali Doğan’la “sürpriz ve samîmî bir sohbet” yapan Erdoğan’ın, son “Alevi açılımı”nda, cemevlerinin masraflarının ve dedelere maaş bağlanmasını söz verdiği medyada yer aldı.
“AKP artık Millî Görüşçü değil” diyen Çamuroğlu, Başbakan’a projelerini anlattığını, Erdoğan’ın, Alevilerin mâtem ayı Muharremde Alevî sivil toplum kuruluşlarıyla Bilkent Otelde vereceği “iftar”da bir araya gelip görüş alışverişinde bulunacağını duyurdu.
Ancak Çamuroğlu, daha ileri bir iddiada da bulundu. Alevilerin “cemevleri ibâdethânedir” iddiasını Başbakan’ın da paylaştığını söyledi. Erdoğan’ın cemevlerinin ibâdethâne olarak kabul edileceği, dedeler ve zâkirlerin devlet kadrosuna alınarak maaş bağlanacağı ileri sürüldü
Oysa daha önce Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın, “Müslümanlık üst kimliktir. Cami ve mescit haricindeki yerler Müslümanlar için ibâdethâne kabul edilemez” tespitinde bulunmuştu. Başbakan’ın yeni “Alevî açılımı”nın medyada “Alevilere dinî özgürlük” olarak duyurulması, bir çok yönüyle ciddî handikapı ele veriyor. Ve Dışişleri Bakanı Babacan’ın, sözünü ettiği “şaşırtacak reformlar”ın yanısıra “Ankara’nın Kuzey Irak’ta bir kukla devleti kabul karşılığı, terör örgütünün tasfiyesi” gibi, ilgisiz yanlış mukayeselerle AB zemininde “Alevilere özgürlük” türü çarpıtmaların olacağı intibâını verdiriyor...
* * *
Bir kere Bakan Aydın’ın da belirttiği gibi, İslâm dininde bu anlamda bütün Müslümanların “ibâdethânesi” camidir. Elbetteki İslâmda “ibâdet” denince ilk akla gelen namazın temiz ve fıkhen uygun olan her yerde kılınmasıdır. Lâkin “ibâdethâne” mânâsında Asr-ı Saadetten bu yana, İslâm şemsiyesi altındaki itikadî ve amelî mezheplerin, tarikatların, grup ve cemaatlerin bilinen ve belirlenen ortak mekânları camiler ve mescitlerdir.
Bütün Müslümanların ibâdet yeri birdir; ve İslâm dini içindeki mezheplere, tarikatlara, gruplara, cemaatlere, anlayışlara göre “ibâdethâneler”in taksimi olmaz, olamaz. Camilerin dışında “cemevi” ve benzerî ayırımlarla ayrışmalara gidilemez. Hiçbir mezhebî farklılığın ve politik tercihlerin buna hakkı yoktur ve haddi de değildir. Çünkü camilerin nasıl olacağı ve ibâdetten asıl kasıt olan namazın nasıl kılınacağı, duaların nasıl okunacağı Kur’ân ve Sünnetle sabittir. Âyetlerle ve peygamberimizin kavlî (bizzat buyurmaları) ve fiilî (rehber yaşayışıyla ortaya koyduğu uygulamalarla) ortadadır.
Bu bakımdan, tamamen bir kültür kuruluşu olan ve salt Müslümanların Alevî kısmına hitap eden ritüellerin icra edildiği cemevleri benzerî belli bir gruba açık yerler, şartları uysa da, resim, fotoğraf, çalgı ve müzik âletlerinden arındırılsa da, cami ve mescid olarak kabul edilemez. Zira cami ve mescidin en başta gelen vasfı ve şartı, hiçbir ırka, mezhebe, tarikata ve anlayışa hasredilmeden, bütününü kapsayan bir şekilde bütün Müslümanlara açık olmasıdır. İçinde Kitap ve Sünnete göre ibâdet edilmesidir, namaz kılınmasıdır...
Elbetteki hükûmet, bir sivil toplum kuruluşu olarak cemevlerine yardım edebilir. Müslümanlıktan ayrı olmayan Alevî vatandaşların kurdukları dernek ve vakıflara malî destek verebilir. Bu bir takdirdir. Bu durum sâdece diğer derneklere karşı bir “ayrıcalık” tartışmasını getirir.
Ne var ki “cemevleri”nin camilere alternatif olarak “Alevilerin ibâdet yeri” görülmesi, bir çok problem ve istismara kapı açacaktır. Alevîliği Müslümanlıktan ayrı gibi gösteren ifsadlara bahane olur. Müslüman olarak bu ülkenin asıl unsurları arasında yer alan Alevileri “azınlık” durumuna düşür. Ki bundan en başta Alevîler zarar görür...
* * *
Kısacası, bin dörtyüz senedir süregelen birliği “ibâdethâne”lerle ayırmak, caminin topyekûn Müslümanları toplayan mânâsını bölüp parçalamaktır. Müslümanlar arasında, temel dinî ve imanî esasların dışında sâdece bazı hususlara dair içtihad farkını öne çıkarıp “ikilik” meydana getirmek, daha baştan fitneye zemin hazırlamaktır. Bu vaziyet, yalnız Sünnîlerin değil, Alevîlerin başına da bâdireler açar; Türkiye’yi içte ve dışta başını derde sokar.
Hükûmet, AB müzâkere sürecinde, Alevîliğin Müslümanlığın kendisi olduğunu, Alevîlerin zaten Müslüman olduklarını ve Müslümanların ayrılmaz bir parçası olarak birlikte yaşadıklarını açıkça izâh etmeli. İslâmdaki itikadî ve amelî mezheplerin temel imanî ve İslâmî esaslarda hiçbir ihtilâflarının bulunmadığını, sözkonusu farklılıkların mevziî bazı amelî meselelerde olduğunu açıkça anlatmalı...
Aksi halde, kolaycılığa kaçıp cemevlerinin bir tür “Alevilerin camisi ve ibâdet yeri” olarak tescili, daha baştan vatandaşların arasına tefrika tohumlarını atar. Ve bundan hiç kimsenin faydası olamaz. Başbakan, Alevî vatandaşlara jest yapacaksa, başka dinî mahzuru olmayan zararsız jestler yapmalı. Yoksa, on dört asırdır kimsenin yapamadığını yapma cür’etinde bulunmanın vebâli büyüktür...
Mevzunun dinî, tarihî ve sosyolojik veçhesiyle ve Bediüzzaman’ın tefsir ve tespitleriyle devam edeceğiz...
03.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|