Amerika’nın Annapolis kentinde İsrail-Filistin barış zirvesinin yapıldığı günde, İsrail’in Gazze’nin kuzeyindeki Cebaliye mülteci kampına saldırıp Filistinlileri katletmeye devam etmesi, “Onlar (Yahudiler) yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar, Allah ise bozguncuları sevmez” (Mâide Sûresi, 64) âyetinin hükmünü bir defa daha hâdiselerin nezdinde tasdik ediyor.
Ve Bediüzzaman’ın, “her çeşit fesad komitelerine katılan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet (Yahudiler) olduğu” tefsirini te’yid ediyor. (Sözler, 366)
En çarpıcısı da aylardır propaganda edilen ve âlâyı vâlâ ile başlatılan zirvede, “yol haritası” üzerinde bir türlü mutâbakata varılamaması, toplantının ne denli maksatlı düzenlendiğini ortaya koyuyor. Annapolis’in arabulucusu, en son Afganistan’dan sonra işgal ettiği Irak’ta bir milyon insanın katline sebebiyet veren George W. Bush. Bush’un araya girmesiyle muğlak ifâdelerle dolu bir taslak hazırlanmış...
Bush, sözde her iki taraftan da tâvizlere hazırlıklı olmalarını söylemiş; lâkin bu süreçte asıl tâvizlerin, 60 yıldır işgal edilen ve binlerce mâsum insanının İsrail tarafından öldürüldüğü Filistin’den isteneceği gün gibi âşikâr... Annapolis’te, Filistin Devlet Başkanı Abbas’ı İsrail Cumhurbaşkanı Peres’le buluşturan ve ilk defa TBMM’de konuşturan “Ankara forumu”na teşekkür bir yana, en ufak bir atıfta bulunulmaması da bir diğer garâbet...
Belli ki AKP hükûmetinin onca çabasına rağmen, ABD İsrail ve Filistin arasındaki “arabuluculuk” hakkını kendinde görüyor; bunu en yakın “stratejik müttefiki”nden dahi esirgiyor... Uluslararası arenada “barışçıl” bir görünüm vermek istiyor; Afganistan ve Irak’taki kanlı işgali devam ederken...
* * *
İsrail Başbakanı Olmert’in verdiği “tâviz”, sâdece görüşmelere açık olduğunu söylemesi. Bunun ötesinde, İsrail’in işgal ve ilhak ettiği Kudüs’ün doğusundan çekilmesi, Kudüs’ün bölünmüş şehir olmasından kurtarılıp Filistin devletinin başkenti yapılması benzerî asıl ihtilâf unsurları hâlâ ortada. Zira Birleşmiş Milletler’in tanımamasına rağmen İsrail, emr-i vaki ile Kudüs’ü başkenti olarak dayatmaya devam ediyor.
Keza İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi de ikinci problem olarak ortada. İsrail BM’nin kabul ettiği sınırlara dönülmesini de kabul etmiyor. Filistin toprakları üzerinde inşa ettiği Yahudi yerleşim birimlerinden çıkmıyor... Yine İsrail’in işgal ettiği bölgelerde evlerinden sürülen ve yıllardır mülteci kamplarında perişan bir halde yaşayan beş milyon yüzbin Filistinli mültecinin geri dönmesini de İsrail reddediyor. Çünkü Telaviv’e göre Filistinlerin evlerine dönmesi, İsrail’in “Yahudi devleti” olarak varlığını devam ettirmesine engel olacakmış...
Tablo şu: Yarım asrı aşkındır süren işgal ve soykırım bütün hızıyla devam ederken, verilen onca tâvizlerle Filistin’in bölünmenin eşiğine getirilmesine karşılık, İsrail hâlâ işgalini “meşrulaştırma”nın peşinde. Bunun için bütün dünyanın gözü önünde her türlü saptırma ve demagojiye başvuruyor...
En son zirveye katılmak için, İsrail’in işgal ettiği Golan tepelerinden çekilmesi şartını ileri süren Suriye’yi barıştan kaçmakla suçlaması, bunun bir örneği. Aslında İsrail-Filistin arasındaki arabuluculuğu ABD’nin yapması, daha baştan işi çıkmaza sokuyor. Bu yüzden yapılan bir barış görüşmesi değil, bir “dayatma müzâkeresi” oluyor...
* * *
Türkiye’de yayınlanan Yahudi Şalom gazetesindeki bir habere göre, şimdiki Amerikan Dışişleri Bakanı Condollezza Rice, daha Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı iken, Amerika’nın Irak’a yönelik saldırı ve işgâlini İsrail’in güvenliğini sağlamak için yaptığını açık açık itiraf etmişti. Irak işgali dahil, bölgedeki bütün meselelerde, “ABD, İsrail’le işbirliği ve dayanışma olmadan hiçbir şekilde hareket etmeyecektir” demişti.
Gerçek şu ki dünyadaki bütün tarafsız uzmanların tespitine göre, Kissinger’den bu yana “Amerikan savunma stratejisi”, Ortadoğu’daki birinci stratejik dayanağı İsrail’e destek üzerine kurulmuş. Washington, İsrail’in, silah gücünün dışında kalan her yeri Ortadoğu’da güvenlik ve tehdit bölgesi olarak “algılıyor.” Kendini stratejik ortağı korumak ve kollamak zorunda hissediyor.
“Bush doktrini” olarak ortaya çıkan ve 11 Eylül’den sonra “terörün önünü alma” olarak lanse edilen bu yeni strateji ile ABD, Ortadoğu politikasına itiraz eden ülkeleri, “tehdit unsuru “ olarak görmekte. Irak’ı bunun için işgal etti. İran ve Suriye’ye bu sebeple sudan bahanelerle bütün dünyanın gözü önünde saldırma senaryolarını devreye sokuyor.
İşte bundandır ki kendini İsrail’i korumak ve Yahudilere hizmet etmekle vazifeli bilen Evanjelist Bush ve neoconlardan oluşan Amerikan yönetimi, İsrail mevzubahis olunca asla tarafsız olmuyor, olamıyor.
Bu sebeple sonuçta, “Bush’un kılavuzluğu”ndan ve “Amerikan arabuluculuğu”ndan kimse bir şey beklemiyor...
30.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|