KİMDİR?
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, 1963 yılında Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 1984 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni birincilikle bitirdi. Mezuniyetinin ardından aynı fakülteye, Din Eğitimi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi olarak atandı. 1986 yılında, “Çocuklara Allah’a İman Öğretimi” adlı teziyle Yüksek Lisansını tamamladı. “Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım?” adıyla yayımlanan ve bugüne dek 20 kez baskısı yapılan bu çalışma, birçok araştırmaya kaynak teşkil etmesinin yanında, bir süre İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü’nde yardımcı ders kitabı olarak da okutuldu.
* Günümüz gençliğinin sorunları, gençliğin kendine sorun ettiği nelerdir? Siz bu sorunlara nasıl çözümler önerirsiniz?
İnsanın hayatında bir takım sıkıntılar vardır. Yürümeye başlamadan önce bir çocuğun düşe kalka yürüyememe sıkıntısı vardır. O çocuk için yürüme sıkıntıdır. Fakat çocuk bunun farkında olmadığından bunu problem etmiyor. Cenabı Hak ona öyle bir özellik vermiştir ki, o önüne çıkan engelleri hep aşmak ister. Her şeyin tadına bakmak, her şeyi eline alıp denemek, tanımak ister. Gençlerin de sıkıntı adına problemleri var, yok değil. Bunlar hangi sıkıntılar mı? Özellikle etrafı kuşatılmış gençlik ciddi mânâda sıkıntılı. Özellikle cinsî duyguları tahrik edilen bir gençlik söz konusu. Fakat ikinci bir sıkıntı olarak evlenmek de kolay değil. Dolayısıyla bunun bir problem yapılması kaçınılmazdır. Nasıl bir şema çizebiliriz? İnsanoğlunu en iyi tanıyan onu yaratandır, onun Rabb’idir. O’nun Peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği mesajları yani vahiyler vardır. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen Peygamberlerin, insanların kendisini tanıma yolundaki engelleri aşma hususunda kolaylaştırıcı bir takım çözüm önerilerinden sunulur. Bu vahiyledir. İşte bizim çözüm önerimiz de bundan ibarettir. Son Peygamber, Efendimizin (asm) getirmiş olduğu Kur’an-ı Kerim günümüz insanına da, kıyamete kadar gelecek insanlık âlemine de ışık tutacak özelliktedir. “Ey gençler, gücünüz yetiyorsa evlenin. Şayet buna gücünüz yetmiyorsa, Allah size bir çıkış kapısı açıncaya kadar iffetinizi muhafaza edin” buyuruyor ve ekliyor: “Size oruç tutmanızı da tavsiye ediyorum, çünkü oruç, insanoğlunda var olan şehveti kıran bir özelliğe sahiptir ve bir kalkan gibi korur.” Bu, sadece gençliğin sıkıntılarından bir tanesine örnek verdiğim, Peygamber Efendimizin çözüm önerisidir. Ama gençliğin sıkıntısı sadece bir takım cinsî duyguları değildir. Mesela gençler, yetişkinlikle çocukluk arasında sıkışan bir döneme rastlarlar. Bir şey yapmak istese, “Ya ne çabuk büyüdün, daha dün çocuktun” denilir. Bir şey yapmak istediği vakit ise “Çocuk musun canım, sen artık kocaman adam oldun” der anne babalar. Bu ikisini ayarlayamamak özellikle anne babanın hatasıdır. Bir eğitimci, bir çocuk için bile diyor ki, “Şahsiyet olarak ona değer verin, çünkü o bir şahsiyet sahibidir.” Bizim küçültülmüş bir fotokopimizdir, başka bir şey değil yani. Ama bir şahsiyettir. İşte Allah ona o şahsiyet duygusunu, o küçük yaştan itibaren veriyor. Mesela küçük bir çocuğa bir şeyler söylüyorsunuz, ağlıyor. Demek ki bir ruh sahibidir, taş gibi duygusuz ve hissiz bir varlık durmuyor karşımızda. Sadece yetişkinlikte duygusal olan bir varlık değil ki. Fakat anne babalar olarak biz davranışlarımızı tam ayarlayamadığımızdan, özellikle gençlik döneminde ne çocuk, ne de yetişkin gibi davranıyoruz onlara.
Burada Efendimizin (asm) tavrına bakmak, sünnetine uymak gerekiyor. Onun Sünneti seniyyesine baktığımız zaman, Hz. Ali’ye, Hz. Enes’e gerek çocukluk döneminde, gerekse gençlik dönemine geçiş zamanında, onlara güzel sorumluluklar verip takip ettiğini, ilgilendiğini ve bir yetişkin gibi davrandığını görebiliriz. Bu da Peygamber Efendimizin ahlâkından yansıyan bir çözüm önerisidir.
Bunun yanında günümüzdeki eğitim sistemi, gençleri –benzetmek gibi olmasın- yarış atı gibi testlerle, sınavlarla vs. yarıştıran, gençlerin sosyal faaliyetlerini azaltan, hayata farklı bir pencereden bakmasına engel olan, bir sürü engel gençliğin önünde duruyor. Sınav sistemi, okullardaki eğitim sisteminin gence hitap etmeyen yönü, toplumda üniversite kazanma konusunda oluşan baskı vs. ne yazık ki sıkıntı olarak duruyor gençlerin karşısında. Sizin en son ne zaman bir sınavdan çıktığınızı bilemiyorum ama ben kendi çocuklarımda bu sıkıntı ve stresi yaşıyorum. Kendimi onların yerine koyuyorum, “şimdi bunda da kazanamazsam ne olur?” diyorum. Ne kadar ciddî bir olay değil mi. Bundan sonra böyle bir psikoloji ile bir şey başaramam, endişesine kapılıyor vs. Ama buna karşı kadere inanarak, tevekkül anlayışıyla, üzerimize düşeni yaptıktan sonra bir çözüm sunmak lazım. Bazen hiç bilmediğimiz bir anda bizim hakkımızda Cenab-ı Hak hayır diliyor. Biz o an için farkında olamıyoruz ama sonradan ne kadar hayırlı olduğunu görüyoruz. Bunu o yaştaki gençlere gönülden inanarak söylersek, hakikaten faydalı oluyor. Mesela benim oğlum grafikerlik konusunda çok arzuluydu. Fakat nasip olmadı, kazanamadı. Ancak şimdi farklı bir yerde o mesleği çok güzel bir şekilde öğreniyor ve bir yandan da yüksek tahsilini sürdürüyor. Yani illa bir okula devam ederek öğrenilmesi gerekeni öğrenmek mecburiyetine sokmamak lazım. Kendi açımdan söyleyeyim; ben okulu bitirdiğimde farklı yerlere yönlendirildim, ama şu anki mesleğimden gayet memnunum.
* Gençlik sorunlarının altında yatan nedenlerden biri de çocukluk evresinde yaşanan olumsuzluklardır. Mesela baskıcı ebeveynin yaşadığı sorunları, çocuklarının aynı duruma düşmemesi için, çocuklarına anlatma şekli nasıl olmalıdır? Bu bağlamda, Asrı Saadet’ten aile içi ilişkilere örnekler verir misiniz?
Asr-ı Saadet’in gençlerine baktığımız zaman, bu gençler arasında bize örnek olacak bir değil birçok örnek şahsiyet var. Bu gençler içinde en farklı olanı Mus’ab Bin Umeyr’dir. O, zengin bir aileye mensup, çok yakışıklı, çok güzel elbiseler giyen, çok güzel kokular sürünen, Mekke’de gezdiği zaman herkesin onu görmek istediği, gıpta ettiği bir gençtir. Resulullah Efendimize iman ettikten sonra, dünya nimetlerini gözünde sıfırlayan, ideali uğruna memleketini terk edip Medine’ye yerleşen ve öğretmenlik yapan bir gençtir. Efendimiz nazarında çok değerli olan bu genç sahabe, Uhud savaşında şehit olmuştur ve Peygamber Efendimiz (asm) onu gözyaşlarıyla ahirete uğurlamıştır. “Bir zamanlar senin giydiğini kimse giyemez, süründüğün kokuyu kimse sürünemezken Ey Mus’ab, şimdi üzerindeki elbise (kefen), başını örtersek ayaklarını, ayaklarını örtersek başını kapatmıyor” deyip ağlamıştı Peygamber Efendimiz (asm). O, Asr-ı Saadetin çok farklı gençlerinden birisiydi. Ama Allah Mus’ab bin Umeyr’i ne kadar değerli kılmıştır ki, bugün Uhud şehitliği ziyaret edilirken Mus’ab bin Umeyr orada Hz. Hamza ile beraber anılan, ismi Müslümanların evlatlarına isim olan şahsiyettir.
* Bu sahabe gibi birçok sahabe vardı dediniz. Peki, bunların aile yapısı nasıldı?
Birçoğunun Müslüman olmalarına, müşrik olan anne ve babaları muhalefet etmiştir. Gençlik döneminde insanoğlunda bir özellik vardır: İdeallerine sahip çıkar. Eğer doğruluğuna gönülden inanırsa; Ashab-ı Kehf misali, inançları uğruna her türlü fedakârlığa katlanır.
Aile yapıların baktığımız zaman, Asr-ı Saadette yetişen gençler ayrıdır, Mekke dönemindeki gençler ayrıdır. Asr-ı Saadetin Medine dönemindeki gençliğini örneklendirmek istiyorsak, o zaman durum farklıdır. Bendenizin yazmış olduğu “ Çocuk ve Peygamber” adlı eserimizde var. Orada, o ailelerde yetişen çocuklar ve gençler, anneleri ve babaları Peygamberimizin (asm) sevgili ashabıdır. Bu ortamda içinde yetişen çocuklar; Abdullah bin Cafer, Cabir bin Abdullah, Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Ömer gibileri ışık, nur mesabesinde olmuşlardır. Çünkü o ortam onları yetiştirmiştir. Mesela Abdullah ibni Ömer hazretlerini örnek vererek geçelim. Çünkü çocukluğu Peygamberimiz ile beraber geçmiştir. Onun gençlik yıllarında iken Efendimiz dünyasını değişince, o çocukluk yıllarını da çok iyi hatırlamış. Abdullah ibni Ömer, Ashab-ı Kiram’ın en takvalılarından birisidir. Nasıl yetişmiş derseniz size şunu hatırlatırım; Peygamber Efendimiz (asm) onun ellerinden tutarak Medine bahçelerini gezdirirmiş. Peygamberimiz, aynı zamanda, onun ablası Hz. Hafsa’dan dolayı eniştesi konumundadır. O da Peygamberimizin kayınbiraderidir. Böyle bir hukuki, akrabalık ilişkileri de var. Bir gün bir rüya görüyor, “Ben bunu Efendimize anlatamam, sen anlatır mısın ablacığım?” diye Hz Hafsa annemizle konuşuyor. Peygamberimiz bu rüyayı dinledikten sonra diyor ki, “Maşallah, ne güzel bir rüya” diyor ve “Ah bir de, Abdullah gece namazlarına kalksa!” Bunu duyan Abdullah ibni Ömer, hayatının sonuna kadar hiç teheccüdü bırakmıyor. Ve Peygamberimize aşkla bir sahabeymiş. Peygamberimizden hatıra kaldı diye, Efendimizle beraber gezdiği bahçelerde, oturdukları yerlerde otlar kurumasın diye devamlı olarak ziyaret eder, onları sularmış. Böyle bir insanmış… Bu da Asr- ı Saadetin genci…
*İlerleyen teknoloji gençlik sorunlarının ortaya çıkmasında nasıl bir rol oynamaktadır?
Kötü bir rol oynuyor. Şu an mp3 çalarlardan tutun internet teknolojilerine, cep telefonlarına, dvd vb. interaktif sistemlerin tüm ürünleri, gençlere çok güzel şeyler verebilecekken şunu telkin ediyor: Hayatını yaşa! Başka hiçbir şey seni ilgilendirmez. Sorumluluk alma, zevkine göre davran, istediğin gibi istediğin şekilde yaşa, sen özelsin, sen şöylesin, sen böylesin gibi telkinlerle nefsin arzusuna yönelik her türlü pohpohlamayı maalesef bu kitle iletişim araçları da dahil olmak üzere, her türlü sistem ürünü gençlere bunu enjekte ediyor. Hâlbuki yitirilen geleceğimiz oluyor ama farkında değiliz. Yanı başında müdahale edip, düzeltilmesi gereken bir durum vaki olduğunda, genç hiçbir surette oralı olmuyor. Çünkü ‘o benim sorunum değil’ diyor. Bakın bu çok önemli bir olaydır. Çünkü öğrendiği, empoze edilen bu.
*Dün ile bugün arasında, siyasal ve sosyal hayatta gençliğe tanınan imkânlar açısından farklılıklar var mı? Mesela gençlere daha fazla güveniliyor mu?
Şöyle söyleyeyim. Biz toplum olarak gençlere çok fazla sorumluluk vermeyi düşünmemişiz geçmişte. Avrupa, batı toplumu öyle değil. Mesela bize çok enteresan gelir; bir valinin, bir belediye başkanının oğlu temizlik şirketinde çalışır ve parasını alır. Ama bizde ise ‘olmaz’ deriz, babası onu çalıştırmak istemez. Bu sorumluluğu vermeyince de, biraz başıboşluk hali vaki olur. Geçmişte böyleydi. Şimdi eskiye nazaran daha iyi bir durum olduğunu söyleyebilirim. Başbakan’ın gençleri siyasete çağırması, geldiği gelenekte, gördüğü bir takım eksiklikleri tekrarlamamak içindir. Abdullah Gül daha önce siyaset yaptığı bir partide, genel başkan adaylığına başvurduğu zaman, denilmişti ki “daha henüz gençsiniz.” O da şu cevabı vermiş: “Yaşım 50’ye geliyor, saçlarımın çoğu ak oldu. Acaba bu gençlik dönemim ne zaman bitecek?”
Şahsen, ayetlerden ve hadislerden anladığıma göre, bir insana ne kadar erken yaşta sorumluluk verirsek –fakat denetimsiz bırakmadan- bir insan hayatta o kadar olgunlaşır, hayatın zorluklarına karşı o kadar başarılı olabilir. Eğitimciler bunu söyler. Niye Cenab-ı Hak buluğ çağıyla birlikte mükellefiyet çağını da başlatıyor dersiniz?
*‘Artık seni muhatap kabul ediyorum’ der, Allah (cc)
Evet, onun için. O sebeple erken yaşta sorumluluk vermek lazım, çünkü insanoğlunun gençlik döneminde daha çabuk öğrendiğini hepimiz daha iyi biliyoruz. En iyi bilgisayarcılar 14–15 yaşlarındaki çocukların arasından çıkıyor. Kavrama müthiş. Ha, hayat tecrübesi yok. Kırk yaşındaki adamında elli yaşındaki adamında tecrübesi olmuyor. Tecrübe, yılların birikimidir. Onu bekleyemeyiz, ama verdiğiniz işi denetlerseniz, yapıyorsa gençten iyi istifade edersiniz.
*Fatih’ in 19 yaşındaki tahta oturuşu, Bediüzzaman hazretlerinin 14 yaşında ulemayı ilzam edişi…
Evet. Görüyorsunuz ki onlar yetiştirilmiş. İmam-ı Şafii hazretleri 17 yaşlarında iken, Vekii isimli hocasına soru sorulduğu zaman dermiş ki, ‘gidin o delikanlıdan sorun.’ Çünkü yetiştirmiş. 17 yaşında fetva verecek bir bilgi birikimine sahip olmuş. Bakın demiyor “daha o gençtir” Çünkü almış alacağını, vermeye hazır.
Kontrolsüz bırakmanın en güzel örneğini, aslında Cenab-ı Hak bizlere ayetlerde öğretiyor. Hz Musa (as) yanına aldığı gençle beraber Hızır (as) ile buluşmaya gidiyor. Diyor ki, “Bak bu balığa iyi sahip ol. Bu balık nerede canlanırsa Hızır oradadır. Bizim onu kaybetmemiz lazım.” Hz Musa ile genç epey yol yürüyorlar. Hz. Musa “getir yemeğimizi yiyelim” diyor. Yemeği getirince “eyvah balık gitmiş” diyor genç. Hz. Musa ne olduğunu soruyor. Genç, “Biz bir ara durduğumuzda her halde suya karıştı” cevabını veriyor. Hz. Musa “ben sana söylememiş miydim” diyor ve tekrar o yolu geri yürüyorlar. Bunun sebebi nedir? Hz. Musa’nın denetlemesi gerekirdi.
* Peygamber Efendimizin (asm) gençliğinden (cahiliye dönemi ve Asrı Saadet karşılaştırması), onun gençlik modelinden bahseder misiniz? Onun istediği bir genç günümüzde nasıl yetiştirilebilir? Bediüzzaman’ın gençlik sorunlarının çözümü ile ilgili görüşleri hakkında ne söylersiniz?
Bu konuda geniş bir bilgiye sahip değilim. Ama okuduklarımda şunu görüyorum. Karşısına aldıklarına çok fazla değer veriyor, iman hakikatlerini eğer kendisine mal edebilirse hayattaki zorlukları çok rahat aşabileceğini telkin ediyor, gençlik döneminin geçici heveslerine, dünya hayatını ebedi hayatına feda etmesini öğütlüyor. Yani bu öğütleriyle bir karakteri inşa etmeye çalışıyor. Ben bunu görüyorum.
Bediüzzaman’ın istediği gençlik, haddi zatında Resulullah Efendimizin de istediği gençliktir. O buyurur ki “Allah’ın en çok sevdiği kimselerden birisi de, kendisi gençtir ama genç gibi yaşar. Sevmediği kimselerden biri de, ihtiyardır ama gençlere özenir”. Demek ki Efendimiz (asm) gencin, kendisini ahirete yakın hisseden bir ihtiyar gibi, hayatın kendisine sunduğu lezzetleri değil de, -tabiî ki meşru dairede istifade edecektir- bir doygunluk ve itminan haliyle ibadet lezzetini yaşayan gençler olsun istiyor.
* Bediüzzaman’ın eserlerinden esinlenerek yaptığınız çalışmalar var mı?
Hakikaten Cenab-ı Allah’ın ümmeti Muhammed’e (asm) lütufkârlık örneği olarak, her dönem gönderdiği farklı âlimler, abidler, zahitler, veliler vardır. Zamanında kutup yıldızı gibi parlayan İslam alimleri gelmiş. Ümmet-i Muhammed’in elinden tutmuş, imam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibend, Abdulkadir Geylani, gibi tasavvuf büyükleri, Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, Ahmet Bin Hanbel gibi bir çok alim vardır. Bediüzzaman Hazretleri de onlardan birisidir. Ümmet-i Muhammed’in çok ihtiyaç duyduğu bir anda, iman hakikatlerini, imanın lezzetini ciddi manada, edebi bir üslup ile insanı ikna eden bilgilerle anlatan bir büyük İslam alimidir. Bediüzzaman Hazretlerinin manevi eğitimine, manevi terbiyesine, imanına, irfanına, ibadetine katkıda bulunduğu herkesçe müsellemdir. Bu konuda bir şüphe yok. Adına enstitüler kurulmuş, adına tezler yapılmış bir büyük İslam âlimidir. Ben böyle büyük İslam âlimlerini hep rahmet ile yâd ederim.
Ertuğrul Erkişi beye çocuklara yönelik yapmış olduğu “Teşekkür ederim Allah’ım” adlı eserinde, onlara küçük katkılarım oldu benim. Mesela “Çocuklarımıza Allah’ı nasıl anlatalım” eserimiz var. Onda telkin ettiğimiz, küçük yaştaki çocuklara Allah sevgisine dayalı bir eğitim vermek lazım. Gençlik dönemine geçtikten sonra cennet, cehennem, Allah korkusunu vermek lazımdır. Bunlar Bediüzzaman Hazretlerinin de, ta o zamandan söylediği, telkin ettiği hususlardır. Şimdi eğitimciler de bunu söylüyor. Böyle bir tetabuk söz konusu.
*Sizden, gençliğe bir “dilekçe” alabilir miyiz?
Ben şunu söyleyeyim. Bizim de gençlerimiz, evlatlarımız var, yetiştirmeye çalışıyoruz. Çocukluk dönemlerine bakıyoruz da... Ben şahsen ibadet ehli bir genç görünce, kendisine özeniyorum. Çünkü mahşer meydanında yedi sınıf zümreden birisidir gençler. İbadet ehli olanları bağrıma basmak istiyorum. Ama hakikaten şu dönemde de gençlere çok acıyorum, onu da söyleyeyim. Çok kuşatılmışlar. Allah'tan dileğim; şu fani hayatın geçici zevklerine, lezzetlerine kapılmadan, ahiretteki mekânlarını güzelleştirecek, ibadetler içinde olsunlar. Bu tür çalışmalara, anekdotlara, hatıralara gençlerin çok ihtiyacı var. Onlar ile ilgilenmek, ellerinden tutmak gerek. Güzel bir iş yapıyorsunuz. Allah razı olsun.
(Genç Yaklaşım, Kasım 2007)
|