Bilindiği gibi UNESCO, 2007 yılını Hz. Mevlânâ yılı olarak ilân etti. Dünyada bu mânâya uygun çalışmalar da yapılıyor. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de de Hz. Mevlânâ’yı anmak için bazı faaliyetler yapıldı. Yapılan çalışmaların Hz. Mevlânâ’nın gerçek yönünü ne kadar anlatabildiği ayrı bir tartışma konusu.
Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kenan Gürsoy, Batının Hz. Mevlânâ’ya hayran olduğuna dikkat çekerek bu ‘sevgi’nin samimi olduğunu ifade etmiş.
Prof. Gürsoy, Batıdaki Mevlânâ ilgisinin sebebini şöyle izah etmiş: “Hep Amerika’dan bahsedilir ama ben 30-35 yıldır Fransa’yı takip ediyorum, tasavvuf musikisini özellikle Mevlevî ayinleri icrası açısından yaygın olarak dinlenmekte olduğunu fark ediyorum. Her dönem Mevlânâ ve Mevlânâ gibilere ilginin farklı anlamları olur. 17. yüzyılda aynı Mevlânâ’dan farklı etkilenmeler söz konusu olabilirdi. (...) Hz. Mevlânâ ile, Batı için söz konusu olan bu sınırlayıcı bilgi anlayışının şiir mizanıyla aşılması söz konusu olmuştur. Bunun sadece şiirde ve bilgide kalmayıp bir yaşama san’atı haline gelmesi şeklinde anlaşılması, bir pratik irfan haline gelmesi söz konusu. Batıda zaten bir tür uygarlık krizinin bulunduğunu ifade edebiliriz. Batı artık kendi kendine yetmiyor. 1930’lu 1940’lı yıllardan sonra Batı düşüncesinde bir duraksama dönemi başlamıştır. (...) Hz. Mevlânâ’yı keşfetmelerinin böyle bir zemini var. Mevlânâ bir başka ses olarak, bir başka gönül olarak kendisini ortaya koyuyor. Ve insanı insan olmak bakımından kendine çağırıyor.”
Batı düşünce sistematiğinin Hz. Mevlânâ’ya gösterdiği ilginin samimî olup olmadığıyla ilgili bir soruya da Prof. Dr. Görsoy şu cevabı vermiş: “Bana kalırsa Hz. Mevlânâ’ya olan merak en hasbî olan meraklarındandır. Batı’nın tahrip etmek, yozlaştırmak gibi bir özelliği olabilir. Fakat Hz. Mevlânâ’yı ticarî meta haline getirme konusunda biz onlardan çok daha mahiriz. Batı Mevlânâ’nın cezbesine yakalanmış durumda. Bu hoş bir şeydir. Tasavvuf düşüncesi ondaki eksikliği tamamlayacak şey.” (Star, Açık Görüş eki, 25 Kasım 2007)
Asıl can alıcı tesbit ise şu: “Batı’nın Mevlânâ’yı anlama kabiliyeti ve Mevlânâ’ya gösterdiği alâkadan önce kendimize dönüp bakalım. Bizde Mevlânâ merakı onu bir pop figür haline getirmeye kadar varmıştır. Oysa Batı’nın ilgisi daha sahici bir ihtiyacın giderilmesi anlamında zuhur etmiştir. Ahlâk temelinde baktığımızda pek tabii Mevlânâ’nın öğretisini anlayabilirler.”
Evet, kendimize dönüp bir bakalım: Hz. Mevlânâ’yı doğru anlayıp anlatabilmiş miyiz? Onu ‘anlama’ adına, vefat yıldönümlerinde ‘tören’ yapmaktan başka ne yapılıyor? Sadece “Gel, ne olursan ol yine gel” sözünü sloganlaştırmak ve üstelik bu sözün içini de boşaltmaktan başka?
Şu da acı bir gerçektir ki; Türkiye’yi ‘idare edenler’in Hz. Mevlânâ’ya ilgi göstermesi de, ancak ‘yabancı’ların ilgisinden sonra mümkün olabilmiştir.
Hem Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’yi, hem de ‘çağımızın Mevlânâ’sını tanımaya muhtacız.
30.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|