Genel anlamda kültürel açıdan çok zor ve dağınık bir dönemden geçtiğimize itiraz eden kimse kalmadı!
“Millî” kelimesi ne yazık ki sadece “Piyango” yanında bir anlam taşıyor…
Çünkü…
Kültürel açıdan öyle dağıldık, öyle kafa karışıklıklarına maruz bırakıldık ki toplum olarak, en ortak kavramlarımız üzerinde bile anlaşamıyoruz.
Toplum böylesine kültürel bölünmeye uğrayıp sonuçlarını da böyle böyle sahnelerle dışa vurunca; kültürel mirasımıza sahip çıkmak üzerine söyleneceklerin ne kadar ilgileneninin olduğu sorusu da boşta kalıyor. İnsanın içi daralıyor!
Ama her şeye rağmen bilenler sürdürecek mücadeleyi… Sürdürüyorlar da ve kültür bayrağı bin bir zorluk karşısında bile dimdik duruyor.
Ammmmmaaaa!
Kültür bayrağımızın dimdik durabilmesi her geçen gün daha bir zorlaştığından, kültür sevdalılarının işi de daha bir zorlaşıyor…
Bugün meselâ; “Türk Sineması”nın, “Türk Tiyatrosu”nun, “Türk Müziği”nin, “Türk şiiri”nin, “Türk romanı”nın, “Türk hikâyesi”nin, “Türk resmi”nin, “Türk felsefesi”nin, “Türk mimarisi”nin “var” olup olmadığı ciddî ciddî tartışılamıyor. Çok kimsenin böyle bir tasası yok!
İşi yapan kişinin “TC” nüfus cüzdanına sahip olması yeterli sanılıyor. Oysa adı sanı ve nüfus cüzdanına göre “Türk” görünen ama ruhen yabancı kültürlere teşne çoook insan var… Sanatçılar arasında da sanatla ilgili kararlar veren makamlarda da… Durum böyle olunca da sıkıntılarımızı, kültürel kayıplarımız değerlendirmemiz, açıklarımızı giderecek çabaları gösterebilmemiz zorlaşıyor.
Son günlerde gördüğüm iki haber üzerine –tekrar- Karagöz’e takıldım meselâ…
Yayın hayatına kısa süre önce başlayan Taraf Gazetesi’nde 17 Kasım günü yer alan Nena Çalidis imzalı haberde Yunanistanlı Karagözis ustası Evgenios Spatharis’in, konuyla ilgili görüşleri vardı.
Söz konusu haberden öğreniyoruz ki; Evgenios Spatharis’in, Atina’da kendi adına Karagözis Müzesi varmış. Konuyla ilgilenen ustalarımızın gezi ve incelemelerinden de biliyoruz ki; şu anda sadece Atina’daki Karagöz’le ilgili mekân sayısı 50 civarında… Tiyatroyla ilgili diğer mekânları ise sayıya dahil etmiyoruz bile…
Sadece “tiyatro”yu öne alıp salon açısından baktığımızda, komşu karşısında tartışılmaz bir gerilik içerisinde oluşumuza birkaç kulp takmaya yüzümüz olabilir belki… Ama “Karagöz” konusunda –ülke çapındaki- sıfırımıza karşı, sadece Atina’daki 50 salonluk yenilgimizin suçlusu kim/ler/dir?
Son zamanlarda Yunanistan’da Karagözis’e duyulan ilgide bir artma da olmuş ve Evgenios Spatharis bu durumu; “ Yunan halkı yabancı yapımlardan yoruldu, Yunan yapımı bir şey izlemek istiyor, Karagöz onun için çok seviliyor.” diyerek özetlemiş durumu.
İsterseniz bizdeki durumu da siz bir düşünün.
Aynı gazetede bu defa 28 Kasım tarihinde A.A. mahreçli bir haber daha vardı.
Devlet Tiyatroları’nın “Rembetiko” isimli oyunu için Yunanistanlı yönetmen Costas Ferris ülkemize gelmiş. Yunanistan’da “avangarde/ öncü tiyatro”nun ağırlık kazanmasına rağmen, halk tiyatrosu geleneğinin de sürdürüldüğünü söylemiş Ferris. Ve; “ Türkiye’de ise bir tarafta geleneksellerin, diğer tarafta batıcıların olduğu”na dikkat çekmiş!
“Avangarde tiyatro” ile “halk tiyatrosu”nun bir sentezi oluşturulduğunda iyi sonuçlar elde edildiğini de söyleyen Ferris herhalde Türkiye’deki gelenekselcilerin Karagöz gibi halk san’atlarına sahip çıktığını, batıcıların ise sahip çıkmadığını söylemek istemiş sanki…
Aaaaah, aaaah!
Tam da “dışı sizi yakar, içi bizi…” durumuyla karşı karşıyayız…
“Sağ” düşüncenin siyasetteki en uç kanatlarında dolaşan birkaç kültür bakanına, Ünver Oral ustanın konuyla ilgili kaç dosyasını elden verdiğimi ben bilirim.
Karagöz’ümüzü yaşatmak için çaba gösteren hayattaki – sayıları bir elin parmağını bulamayan- ustalarımızın toplu haldeki çeşitli girişimlerine de şâhid olmuşluğum vardır.
Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki kültürden sorumlu olan kişilerin; “Karagöz’le Hacivat’la geçirilecek zamanımız yok. Onlar müzelik olmuş şeyler.” demişliğine de ne yazık ki şâhid olmuşluğum vardır.
Costas Ferris’in söylediği bir başka cümle daha var ki… Söyleyenin “yabancı” olmasından dolayı ilgi göstereceklerimiz bulunacağı ümidiyle sevinmedim değil… Ferris; “ Benim gözlediğim kadarıyla, Yunanistan’da Karagöz’e verilen önem Türkiye’de yok. Eminim, Türkiye’de Karagöz’ün değerini anlayabilen kişiler bulunacak ve böylece bu değerler tiyatroya aktarılacaktır.” temennisinde bulunmuş. Şimdilik bize düşen, Ferris’in bu temennisine derinden bir “aaaamiiiin!” ile katılmak…
Sarmaşık Kültür Dergisi’nin “tiyatro” ile ilgili olan 6. sayısında; Ali Poyrazoğlu, Erol Keskin, Hilmi Zafer Şahin, Prof. Dr. Murat Tuncay, Mustafa Miyasoğlu, Müjdat Gezen, Ömer Altan, Mehmet Karaosmanoğlu, Savaş Aykılıç, Şükrü Türen, Ünver Oral ve Üstün İnanç bir çok ustanın, yerli kültürümüzün sevdalısının görüşlerine yer vermiştik. Sarmaşık’ın 9. sayısında ise Okday Korunan, Savaş Aykılıç gibi genç ustalarla, Rauf Altıntak ustanın yanı sıra görüşlerine geniş biçimde yer verdiğimiz Münir Caner usta olayla ilgili çözümü tek cümlede özetliyor aslında; “ Türkler, abuk sabuk Fransız vodvillerine özeneceklerine Karagöz’e baksalardı, bugün Türk komedisi çok daha mükemmel şekilde gelişirdi.”
Hiçbir şey yapamıyorsak: Dolmamız Yunanlılar tarafından “dolmakis” yapıldığında, baklavamız “baklavakis” edildiğinde hatta dönerimizden sonra lokumumuza da sahip çıkıldığında gösterdiğimiz saman alevi gibi tepkileri; başta Karagöz olmak üzere kültürel alandaki kayıplarımıza, taban kaymalarına göstermediğimiz sürece, daha çoook söylenir dururuz buralarda.
Ama gocunmayacağım… Yılmayacağım… Karamsarlığa ise asla kapılmayacağım…
Her fırsatta söyleyeceğim, bıkmadan usanmadan…
Çünkü Karagöz sadece “Karagöz” demek değil benim için.
Karagöz bir kültürün özeti. Yitirdiğimiz ve yerini bir türlü dolduramadığımız öz kültürümüzün simgesi, perdeye yansımış gölgesi, özeti.
Bundan daha önemli ne olabilir ki?
02.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|