Midyat'ta kaçırılan Süryanî rahip serbest bırakıldı gerçi; ancak, "azınlık"tan addedilen gayrımüslim vatandaşlarımız, yine de kendilerini rahat ve güven içinde hissedemiyorlar.
Doğrusu, haksız da sayılmazlar. Zira, önce (Şubat 2006) Trabzon'da İtalyan asıllı bir Katolik rahip öldürüldü.
Daha sonra Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink'e sûikast yapıldı.
Ardından Malatya'da protestan mezhebine mensup kişiler hedef seçildi ve feci şekilde öldürüldü.
Belli ki, karanlık odaklar tarafından, değişik mezheplere mensup Hıristiyanlar hedef haline getirilmiş.
Bu cinayetlerin taşeronluğunu veya tetikçiliğini yapanlar Müslüman kimlikli olsalar dahi, yapılan iş Müslümanca değil. Asla değil ve olamaz.
Şu da bir gerçek ki, azınlıklara karşı yapılan bu tür menfur saldırıları, Müslüman çoğunluk tasvip etmiyor.
Esasında, gayrımüslim olsa bile, başkasına yapılan eziyetten mukaddes kitabımız Kur'ân bizleri men'ediyor. O yüce kitap "Karıncaya dahi bilerek ayak basmayın" diye emrediyor.
Dolayısıyla, vuku bulan saldırı ve cinayetler, Kur'ânımızın reddettiği fiiliyatlar cümlesindendir.
Asıl maksat ne?
Türkiye'de azınlıklara yönelen tehdit ve tedhiş hareketlerinin arkasında yatan asıl maksadın ne olduğunu iyi düşünmek ve tahkik etmek gerek.
Bu yapılanlar Müslümanca bir iş sayılamayacağına göre, perde gerisinde başka ellerin icra–i faaliyette olduğu kanaati doğuyor.
Nitekim, daha evvelki hadiseler sebebiyle de mükerreren ifade edildi ki, azınlıklara, yani gayrımüslimlere yönelik tehdit ve saldırıların arkasında, Avrupa Birliği muhalefeti yatıyor.
Gerek içerde ve gerekse dışarda, Türkiye'nin bu birliğe girmesini kat'î bir sûrette istemeyenler var.
Dışarıdaki (Avrupa'daki) durumu tam olarak bilemiyoruz. Ancak, içerdeki AB düşmanlığının çok kuvvetli ve dehşetli bir cereyan olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Hem öyle bir cereyan ki, değil sadece azınlıktan olan gayrımüslimleri, kendi öz vatandaşı olan Müslümanları dahi katletmekten çekinmez.
Nitekim, vaktiyle bu tarz cinayetleri de işlediler. 1924'ten başlamak üzere, tâ günümüze kadar binlerce "fâili meçhûl" cinayetlerin arkasında bu tahammülsüz gaddarların ayak ve parmak izleri var.
Şimdilerde farklı bir taktik geliştirerek gayrımüslimlere yönelmiş olmalarının öncelikli maksadı, Türkiye'nin AB üyeliğini reddeden muhalefet cephesini hem içerde, hem de dışarda genişletmek ve kuvvetlendirmektir.
İçerde, "vatan–millet–Sakarya" hamasetini canlandırmayı hedefleyen bu karanlık suratlı cereyanın aktörleri, Avrupalıların nazarında da Türkiye'yi de farklı dinden olanlara karşı düşman, onlara kin ve nefretle bakan, vahşet ve gaddarlıkta sınır tanımayan bir ülke şeklinde tanıtmaya tevessül ediyorlar.
Tâ ki, hürriyet ve demokrasiyi sıkboğaz eden kendi totaliter rejimlerini yeniden ihya edip sürdürebilsinler.
Ancak, bundan sonra ne yaparlarsa yapsınlar, ne çeşit düzenbazlığın içine girerlerse girsinler, yine de nihaî hedeflerine asla ulaşamayacaklar.
Türkiye AB üyesi olsun olmasın, onlar eski totaliter rejimlerini bir daha kuramayacak, ülkeyi eskisi gibi hâkimiyetleri altına almaya muvaffak olamayacaklar.
Zira, artık iyice anlaşıldı ki, yaklaşık bir asırdır Türk, Kürt, Rum, Ermeni, vesâir unsurları birbirine kırdırmak sûretiyle ülkede hakimiyetini gizlice tesis etmek isteyenler, hakiki Türk ve Müslüman kimseler değil.
Evet, zahiren ne şekilde görünürse görünsünler, gerçekte onlar Türk ve Müslüman olamazlar. Dolayısıyla, bu ülkenin ve bu milletin hayırhahı da olamazlar.
Vaktiyle, bu milletin mukaddes bütün değerlerini yok etmek için (bozulmuş) "Avrupailik" ayağıyla hareket edenler, bugün ise, eskiye nazaran çok farklı ve çok daha insanî bir konumda olan, üstelik bu ülkeye de pekçok faydası dokunacağı kuvvetle muhtemel olan AB ile Türkiye'nin arasını açmaya çalışıyor.
Bunlar, aslında insanlığın yüzkarası kimselerdir. Farklı hüviyetlerle görünmesi ve hiç umulmadık tetikçileri kullanması, bizleri asla yanıltmamalı.
GÜNÜN TARİHİ 1 Aralık 1928
Bin yıllık birikim, bir günde silindi
Harf inkılâbının bir devamı olarak, gazete yazılarının ve cadde–sokak isimlerinin de Latin harfleriyle yazılması mecburiyeti getirtildi.
Bu tarihe kadar Osmanlıca harflerle basılan gazetelerin, aynı tarzda neşriyat yapmalarına kesin sûrette yasak getirildi.
Yani, âniden devreye sokulan bu yeni uygulama, iki koldan yürütülmeye başlandı.
Birincisi: Bundan böyle Latince harflerin her alanda kullanılması mecburidir.
İkincisi: Eski yazı olarak da isimlendirilen Osmanlıca, daha doğrusu Arabî olan Kur'ân harflerinin kullanılması kesin olarak yasaklanmıştır. Hatta, cezaî müeyyidesi bile vardır.
Nitekim, yeni başlatılan bu uygulamayla, Kur'ân'ı orijinal haliyle okuyan ve okutanlar, pek şiddetli cezalara çarptırıldılar. Hatta, bazılarına çeşitli yöntemlerle ölüm derecesine varan işkenceler çektirdiler.
Ani değişim ve yasaklar sebebiyle, o dönemde okur–yazar oranında da ânî düşüşler oldu. Milletin mutlak ekseriyeti bir nevi cahil duruma düşürüldü.
Milletin yeniden toparlanıp ilme, irfana yönelmesi, büyük zahmetlerle çok uzun senelere mal oldu.
01.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|