Yasin Asar isimli kardeşimiz, 27 Kasım tarihinde, “Aşağıdaki mektupta Abdülkadir Ağabey neden böyle yazmış; anlamadım. Sizin yorumunuz nedir, bizi aydınlatır mısınız?” meâlinde bir e-posta gönderdi. Özeti şöyle:
“Yeni Asya’nın, bir günlük lâhika mektupları hizmetini gördüğü yazıldı. Gazete Risâle-i Nur’dan bahsedebilir, ama, asla kudsî lâhikalarla bir tutulamaz. Ayrıca, mübarek ve kudsî Nur Kitaplarının arkalarına, kenarlarına ve haşiyelerine sırf dünyevî ticaret ve menfaat için bir takım insanların elleriyle neler ve neleri ilave ettiklerini herkes görmektedir. Netice, bir gazetede Risâle-i Nurlarla ilgili haricî havadisler, malumatlar ve bazı sinsi saldırılara karşı müdafaalar gibi şeyler yayınlanabilir. Yani, Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebinin en dış çizgisinde olarak gazete bazı hizmetlerde kullanılabilir. Ama… vs” (Abdülkadir Badıllı, 5.2.2007)
Aziz kardeşim! Bu mektup eğer gerçekten Abdülkadir Ağabeyin ise, hangi sâikle, niçin yazdığını, nasıl yazabildiğini bilemem. Teferruâtıyla tetkik etmem de doğru olmaz. Biz ancak, kim olursa olsun hizmetlerini takdir ve tebrik ile hürmet ve muhabbetlerimizi sunar; Üstadın bize ders verdiği gibi, “tenkidini” Risâle-i Nur mihengine vururuz. Doğru ise kalpte saklar, kendimize çeki düzen veririz. İsabetsiz ise, duâ ederiz…
Siz de, hem onu, hem de bizi mihenge vurmalısınız. Zira, Üstad, bizzat kendisini ortaya koyarak bize dünya çapında şu dersi verir:
“Hiçbir müfsid, ben müfsidim demez. Daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. (...) Delil ve âkıbete bakınız.
“Sual: Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.
“Cevap: Gerçi cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... İşte, müştebih ağaçları gösteren semereleridir. Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.”1
Meseleyi daha da müşahhaslaştırır:
“Sual: Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.
“Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün gereği tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir (şeyhlik taslayan çocuk ruhludur). Siz de büyük tanımayınız.”2
***
Gelelim tenkit meselesine: Tenkit/eleştiri, gerçeği bulmaya hizmet ettiği nisbette meşrû ve makbuldür. “Hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerini tenkit etmemek; ancak, noksanını tamamlamak, kusurunu örtmek, ihtiyacına ve vazifesine yardım etmekle”3 mükellefiz.
Tenkidin saiki/psikolojisi, “ya nefretin teşeffisi (rahatlaması), ya şefkatin tatminidir”4 Münekkidde, gerçeği bulma ve ifâde etme aşkı olmalı. Eğer eleştiriyi insaf işletirse, gerçeği parlatır.5 Gurura dayanan tenkit ise, müthiş bir hastalık ve musîbettir.6 Hem hakikati incitir, hem de gayret ve şevki kırar.
Kendimize yapılan tenkitleri hazmedebilme maharetini gösterdiğimiz takdirde, eksiklerimizi tamamlar, hatâlarımızı telâfi eder, olgunlaşabiliriz. Zaten, eleştirilerimizin hedefi geçmişe takılıp kalmak değil; ondan ders alıp geleceğe uzanmaktır. Eleştiri, aynı zamanda oto-kontrolü sağlar. Ancak, tenkid, sathî bir nazarla yapılmamalıdır. Mü’minlerin, ilim adamlarının lüzumsuz şeylerde birbirini tenkit etmeleri gayet zararlıdır. İlim ve fikir ehli, mal satın alan bir müşteri gibi yalnız kusurları göremez.7 Meseleye çok yönlü bakarak yapar.
***
Risâle-i Nur’a eklenen lügatçe, âyet-hadis kaynakları, dipnotlar, indeks vs. meselesine de yine aynı ölçü ile yaklaşırız. Bizim ölçümüz falan ağabey, filan ilim adamı değil; yine Üstad’dır, Risâle-i Nur’dur. Bediüzzaman, bu izni vermiştir. Takip edelim:
“Bu bu dürus-u Kur’ân’iye (Kur’ân dersleri) dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri—ulûm-u îmâniye cihetinde—yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.”8
“Şerh”; tefsir, yorum; “izah”, açıklama; “tanzim” ise, tertipleme demektir. Yani, küçük risâleler veya mevzularına göre tertipleme demektir. Lügatçe, indeks, dipnot vesâireyi, “yazılı” izah ve tanzim olarak değerlendirmeye hiçbir engel yoktur.
Esasen, daha Üstadımız sağken, 1947'de teksir ve daktilo ile—Üstadımızın tabiriyle yazı makinesiyle—Nurların neşri zamanında İnebolu’da hazırlanan Asa-yı Musa mecmuasının arkasına lûgatçe konularak yayınlanmıştır. Hem, Üstad’a ve Risâle-i Nurlara bağlılığı ile bizlere nümûne olan Zübeyir Ağabey sağken basılan Muhâkemât’ın (1964, Sinan Matbaası-İstanbul) sonuna da lûgatçe konulmuştur.
Dipnotlar: 1- Münâzarât, s. 48-50; 2- Age, s. 59-60; 3-Lem’alar, s. 164-165.; 4- İçtimâî Reçeteler, 1: 200; 5- Hutbe-i Şâmiye, s. 147; 6- Hutbe-i Şâmiye, s. 147.; 7- Muhakemât, s. 105; 8- Mektubat, s. 413.
01.12.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|