Eskiden ‘çam devirmek’ diye bir tabir vardı. Şimdi ise zirveleri devirmek moda oldu. Zehiri panzehir, panzehiri de zehir niyetine sunuyorlar. Büyük adamların meşrep ve mezhepleri ne olursa olsun kendilerine benzetme genel geçer bir kural haline geldi. Bu anlamda, bakıyorsunuz, Gazali bir yandan Keldani diğer yandan Şiî olabiliyor. Galiba Sünnîliği ve Eş’ariliğe bu gidişle hiç sıra gelmeyecek. Halbuki Gazali hem Rafiziler için hem de Hıristiyanlar için reddiye mahiyetinde risâleler kaleme almıştır. Yine İstanbul’u İslâma hediye eden ve bu vasfıyla Hazreti Peygamberin müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmet Han bakıyorsunuz tarihi söylentilerle (historic rumors) Hıristiyan hâline getirilivermiş. Dolayısıyla günümüzde büyük tarihî bir tahrifat hamlesi var. Bunları yapanların bir kısmı da sözde güvenilir/mevsuk zevat. Doğrusu onlarınki, tarih değil karalama evrakı. ‘Evraku’s sevad’ denilecek evsafta yazılar.
Sözgelimi, daha ziyade felsefe ve edebiyatla iştigal eden Hilmi Yavuz da populizm alanının cazibedar hafifliğinden kendisini alamamış ve kurtaramamış olmalı ki Fatih’le ilgili çeşitli yakıştırmalar yapmış. Bu yakıştırmalarda Fatih karşımıza bambaşka bir portre olarak çıkıyor. Avni mahlasıyla Veyis adlı bir muhataba yazdığı şiirlerde gizli eşcinsel kişiliğini dışa vuruyormuş. Divan şiirlerinde Fatih oğlanlara gazeller ve methiyeler düzmüş. Bu durumda Mevlânâ ile Şems’in ilişkilerine bu tür atıflar yapan Nobelli yazarımız Orhan Pamuk ile Hilmi Yavuz arasında ne fark var? Gerçekten de zirvedekileri indirme hamlesine ve kampanyasına Hilmi Yavuz’un da katılmış olduğunu görüyoruz. Ülkemiz adına hayıflanmamak elde değil. Bir de meseleye şöyle bir hava veriliyor: Osmanlı döneminde bu tür ilişkiler tabu değildi. Cumhuriyet dönemi Osmanlı’ya göre daha namuslu idi. Osmanlı’nın gizlemediğini biz niye gizleyelim? Daha bu tür zırvalarla zirveler üzerinden doğrusu bu tür çarpık ilişkilere icazet ve meşrûiyet kazandırılmak isteniyor. ‘Osmanlı’nın bu konuda gizlisi saklısı yoktu’ deniliyor.
İstanbul’u fethederek Ortaçağ’a son veren Fatih’e bu tür isnatlar yapılırken İttihad-ı İslâm’ı sağlayan Yavuz’un sahası boş mu bırakılıyor sanıyorsunuz? Onun kişiliği bu tür isnatlardan masun mu kalacaktır? Heyhat! Onun karalayıcıları da ayrı. Sözgelimi, 24 yaşına kadar Mehmet Akif Ersoy’un meyi elinden düşürmediğini yazan Yalçıneyn’den Soner Yalçın yine Akif’in Mısır’a gönüllü veya zoraki sürgün olarak gitmediğini; eğlenmek ve gezmek amacıyla gittiğini ve gününü gün ettiğini söylüyor. Bununla dünyada hedonizmden başka gerçek olmadığını ve bütün manevî değerlerin fasarya ve angarya ve hiç olduğunu ispat etmek istiyorlar. Müslümanların en idealistini en hedonist yaparsanız geride ne kalır! Şu Çılgın Türkler kitabının yazarı Turgut Özakman’ın da yaptığı gibi. Bütün manevî değerler çılgınlık derekesine indirilmek isteniyor. Bu yönüyle çılgınlık yüce bir değer haline gelirken Allah, Peygamber aşkı gibi ulvî gayeler süflî arzular olarak takdim ediliyor. Zirveler “desacration” ile arzileştiriliyor. Milletin bütün manevî dinamikleri ve tutamakları bir bir yok edilmek isteniyor.
***
Bu bağlamda, Yalçınenyn’den (iki Yalçın’dan biri Küçük diğeri Soner) Soner Yalçın, Yavuz Sultan Selim’in de ayyaş ve “şaribu’l leyli vennehar” bir padişah olduğunu ileri sürüyor. İşret meclislerinde beraber miymiş de bu kadar kendinden emin konuşuyor! Sanki Hasan Can’ın yerinde Soner Yalçın denen kişi varmış! Son sıralarda Osmanlı gizli karalamanın hedefi ve odağı haline gelmiş bulunuyor. Bu gizli karalayıcılara karşı Yahudiler gibi ADL tarzı örgütler kurulsa ve tarihî şahsiyetler tahrifattan masun kılınsa ve siyanet altına alınsa sezadır. Tarihi karalamanın gerisinde hiç şüpheniz olmasın İsrail ve bir takım alaca şahsiyetler vardır.
Sözgelimi, Davos toplantılarından birisinde Şimon Peres tarihi unutmamız gerektiğini aksi takdirde dünyanın başının dertten kurtulmayacağını söylemişti. Tarihi “tabula rasa” haline getirmemiz gerektiğini aksi takdirde düşmanlık kaynağı olmaya devam edeceğini söylemiştir. Bundan dolayı, Selâhaddin Eyyubî, Fatih ve Yavuz, bunun haricinde Mehmet Akif, Bediüzzaman gibi şahsiyetler tahrifat hamlesinin odağındadır. Bunu yapanlar İslâmî değerler üzerine Kabbalist yorumlar uyguluyorlar. Kur’ân ve hadise hermenotik yorum uygulanması gibi tarihe de Kabbalist bir takım formüller uygulanıyor.
***
Son Halife Abdülmecid Efendi nü toblolar yapmış. Daha önce de hazretin plaj kıyafetleri gündeme gelmişti ve bunun üzerinden de bu kıyafetler kural haline getirilmek istenmiştir. Adeta, şahsî tasarrufların üzerinden bir cevaz müessesesi üretilmek isteniyor. (Bundan dolayı bilhassa dindar algılanan AKP kadroları çok dikkatli olmalılar) Halbuki, Yavuz veya Fatih’le mukayese edildiğinde Abdülmecid Efendi’nin batılılaşmış bir karaktere sahip olduğunu görüyoruz. Çeşitli tarihî kaynaklar Vahdettin Han’la da arasının açık olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla pratik örnekler cevaz müessesesi değildir. Kurallar dinî kitaplardan ve kaynaklardan alınır. Yezid gibi bazı Emevi halifelerinin sarhoş oldukları halde sabah namazını dört rekât kıldırdıkları mervidir. Burada birkaç ihlâl içiçedir. Birincisi, içki içilmez. İkincisi içkiyle namaz kılınmaz. Üçüncüsü, sabah namazı çifter çifter kılınır. Farzı dört rekât değildir. Yezid güya halife lâkabıyla bunları yaptıysa bu onu ve onun gibi olanları bağlar. Müslümanları bağlamaz. Kur’ân ve Sünnet halife ile değil halife Kur’ân ve sünnetle mukayyettir. Onun ötesindekiler merduttur. “La taaate li mahlukin fi masiyeti’l halik/Allah’a isyanda kula itaat yoktur” prensibi evrensel ve genel geçer bir kuraldır ve halife istisna değildir. Evet, bunlar da Kur’ân ifadesiyle mürcifundandır. Tarihi tahrif etmeye yeltenmişlerdir ama boylarından büyük işlere kalkışmışlardır.
02.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|