Uluslararası Kadınlara Yönelik Şiddeti Ortadan Kaldırma Günü “Kadınlara karşı şiddetin özrü yok!” başlığı altında 26 Kasım 2007 Pazartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesine bağlı Santral İstanbul’da çeşitli ülkelerden feminist katılımcıların iştirak ettiği bir forumla kutlandı. Öğleden sonraki oturumunu takip ettim.
Vivienne Wee (Hong Kong Üniversitesi), Farida Shaheed (Pakistan Kadın Kaynakları Merkezi Koordinatörü), Frances Kissling (ABD Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Katolik Kilisesinde Kadın Hakları Savunucusu), Sanushka Mudaliar (Kalkınmada Kadın Hakları Derneği Koordinatörü).
Anında çeviri ile sunumlarını izlediğim kadarıyla hepsi de kadın hakları üzerinde yıllarını vermiş uluslararası isimler… Hepsi de hangi dinden olursa olsun kadınlara yönelik şiddetin birçok toplumda varlığını sürdürmekte olduğunu, bunu haklı göstermek için de çoğu toplumların “kültür” bahanesine başvurduklarını, “kültür” kavramını kötüye kullandıklarını ifade ettiler. Oysa ki, kültür değiştirilebilirdi ve bu değişimi gerçekleştirebilecek güç kadınlarda vardı!..
İşin ilginç yanı konuşmacıların tümünde müşahede ettiğim kültür ve din kavramlarındaki karmaşaydı. Din “ataerkil” “erkek egemen” toplumlarda istismar edilmekteydi, bununla birlikte dinî değerler de değişebilirdi…
Hatta Katolik Mezhebinde kadınlara yapılan haksızlıkları gündeme getiren Francis Kissling, “antiateist” olduğu kaydını koyarak, Hıristiyanlığın kutsal metinlerinin değişmesi gerektiğini ifade etti. Çünkü problem erkeklerin kutsal metinleri yorumlama şeklinde değildi, metinlerdeydi! Arkadaşlarıyla İncil’in yeni baştan yazılması gerektiğine dair yaptıkları konuşmaları aktardı. Bunları anlatırken gülüyordu, ama aslında son derece ciddi bir olaydan bahsediyordu doğrusu…
Pakistan’da sömürge kanunları
Pakistan’dan katılan Farida Shaheed, ülkelerindeki yasaların İngiliz döneminden kalma koloni kanunları olduğunu ifade etti. Bu kanunlarda kadına yönelik şiddetin hoş görüldüğünü hatta, aile içinde “ani provokasyon” olarak nitelendirilen olaylarda eşini öldüren erkeklerin kanunen ceza almadığını anlattı. Kanunları değiştirmek için uğraşıyorlardı.
Güç kimde?
Sanushka Mudaliar, kadına yönelik şiddette, dinî değerlerin kötüye kullanılarak kadına zulmedildiğini, asıl meselenin güç ve kontrol mücadelesi olduğunu ifade etti. Şiddetin kalkması için kadınların küresel çapta güç birliği yapmaları gerektiğini anlattı.
Hülâsa
Dünyanın dört bir yanından gelen feministlerin sunumlarını ve program akabinde sorulara cevaplarını dinledikten sonra salondan ayrılırken düşündüklerim şunlardı:
• Kadınlar zaaf ve acizliklerinden gelen bir dayanışma ile güçlerinin çok üstünde bir etki alanı oluşturabiliyorlardı. Uluslararası bu organizasyon buna bir delildi.
• Feministler de çeşit çeşitti. Antiateist olduğunu belirtme gereği duyanlar olduğu gibi, İslâmcı feminist olduğunu ifade edenler ya da Yaratıcıya bile (hâşâ!) cinsiyet izafe eden radikal feministler vardı. Ataerkil, erkek egemen sistemin bu inançtan kaynaklandığına inanıp, dinî değerler ve dindarlarla alay ediyorlardı.
• İslâm’da kadın son derece özgürdü. Feminizm akımından alacağı hiçbir değere ihtiyacı yoktu. Anlatıldığı kadarıyla Hıristiyanlıkta, özellikle Katolik mezhebinde kadınlara yönelik kurallar çok sertti. Onlar kadın özgürlüğü ile ilgili fikirlerinde bir derece haklı olabilirdiler, ama bir Mü’mine feminist olamazdı! Kendini İslâmcı feminist olarak tanıtanlar, dinin kendine verdiği hakları idrak edemeyenlerdi.
• Türkiye üniversitelerinde uygulanan başörtüsü yasağı, kadına yönelik şiddetin en bariz delili olarak salonda mevcudiyetini gösteriyordu. Bir elin parmağını geçmeyecek sayıda da olsa, ortamın sıcak olmasına rağmen şapka ve kaşkollarına sımsıkı sarılmış genç kızlar, garip başlıkları ve çekingen tavırlarıyla hemen göze çarpıyordu. Bu tabloya dikkat çekerek foruma katılanlardan fikirleri sorulduğunda hiçbir feminist tek bir kelâm etmedi. Demek ki hemcinslerine yapılan bu uygulamayı normal ya da sevindirici buluyorlardı. Böylelikle dünyanın dört bir yanından gelen feministler (ülkemizdekiler de dahil!) “kadınlara özgürlük!” sloganlarında ne derece samimî olduklarını ortaya koyuyorlardı.
• “Tek bir Allah’a ve Muhammed’in Onun elçisi olduğuna inanıyorum” deyip, hayatını buna göre düzenlemeye gayret etmek ne güzeldi, ne kolaydı, ne tatlıydı! İman hürriyetti! Ah kadınlara bunun tadını fark ettirebilseydik…
02.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|