Kendi kendisiyle barışık, iç dünyasıyla uyumlu, kalp ve ruh âlemiyle paralel bir düşünce biçimini benimsemiş insanlar, muvaffakiyet yolunda önemli bir mesafe almış sayılırlar. İç âlemdeki problemlerini çözememiş, dilinin söyledikleriyle kalp ve ruhunun söyledikleri örtüşmeyen, çatışmacı, uyumsuz bir hâlet-i ruhiye içinde bulunan insanlardan muvaffakiyet beklemek biraz zor.
Uhuvveti, kardeşliği benimsemiş, şefkati, merhameti, hoşgörüyü düstur edinmiş bir insanın işindeki performansını ve çevresindeki imajını izaha gerek var mı bilemiyorum.
Kini, adaveti, çekişmeyi alışkanlık haline getiren; kırıp dökmeyi, yıkıp rencide etmeyi huy haline getiren bir insanın menfî imajını, kendisine ve çevresine vereceği zararı, ziyanı tarife gerek var mı?
Bu meyanda toplumu oluşturan aileyi de bu şekilde değerlendirebiliriz. Birbirine şefkat ve merhametle yaklaşan, hoşgörü ile muâmelede bulunan fertlerden oluşan bir aileyi düşünün. Bir de karşılıklı sevgi ve saygıdan uzak, sürekli bir çekişme ve sürtüşmeyi alışkanlık haline getiren fertlerden oluşan bir aile yapısını düşünün.
Elbette iç barışını sağlamış, kendi içinde uyumlu, gerekli olan insicam ve tesanüdü başarmış böyle aileler sağlıklı ve istikametli ailelerdir. Dahilî barışı sağlayamamış, birbirine mesafeli, dargınlıkların, küskünlüklerin hükümfermâ olduğu ailelerin de çürük, mukavemetsiz, başarısız aileler olduğu kesindir.
Ailelerden meydana gelen milletler, ülkeler de böyledir. Dahilî barış ve dayanışmayı halletmiş, bir arada yaşamanın gereklerinden olan karşılıklı anlayış ve kabullenmeyi tesis etmiş, insan hak ve hürriyetlerini, serbest fikir ve düşünce sistemini ikame etmiş ülke ve milletlerin maddî ve mânevî sahalardaki terakkîleri elbette kolay olacaktır. Ve bu seviyeyi yakalamış ülkelerin haricî tecavüzlere karşı mukavemetleri de güçlü olacaktır.
Bunun tersine insan hak ve hürriyetlerin ihlâl edildiği, insanların fikir ve düşüncelerini serbestçe ifade edemediği, eşitliğin kâmil mânâda sağlanamadığı, demokrasi kurallarının işlemediği, insanlarının birbiriyle kavgalı olduğu, iç barışın olmadığı ülkelerin de gelip duracakları uygarlık seviyesini herhalde izaha gerek yoktur. Ve böylesi ülkelerin hâricî tecavüzlere karşı olan mukavemetlerini de her insan tahmin edebilir.
Yeryüzündeki ülkelerin refah ve kalkınmışlık seviyelerine baktığımızda da bunun böyle olduğunu görmekteyiz. Dahildeki problemlerini çözmüş, barış ve dayanışmayı ön plana almış ülkelerin her sahada kalkındıklarını; içeride gerekli olan barış ve dayanışmayı sağlayamamış, dahili çekişme ve sürtüşmeler içinde olan ülkelerin de geri kalmışlık çemberi içinde çırpındıklarını görmekteyiz.
Bu meyanda, din-i mübîne hizmeti gaye edinen, ulvî bir dâvâ etrafında bir araya gelen cemaatleri de bu çerçevede değerlendirmek mümkün.
İç bünyedeki pürüz ve problemlerini çözmüş, gerekli olan tesanüd ve dayanışmayı sağlamış, meşveret esasları çerçevesinde hizmetlerini yürüten, şahısları değil şahs-ı mânevîyi ön plana çıkaran, ihlâs ve uhuvvet düsturlarından taviz vermeyen, karşılıklı sevgi, şefkat ve hoşgörü esaslarını öne çıkarmayı sağlayan cemaatlerin ve câmiâların muvaffak olmamaları için hiçbir sebep veya engel yoktur.
Dahilde ihtilâf ve tefrikalara kapı aralayacak söz, hâl ve davranışlarda bulunan, ölçüsüz, hiçbir getirisi olmayan tenkitlerde bulunan, kırıcı, incitici söz ve davranışlarda bulunmayı meslek edinen, çekişmeyi, sürtüşmeyi huy haline getiren, meşveret kararlarının ötesinde ferdî hareket etmeyi alışkanlık haline getiren câmiâ ve cemaatlerin isabetli ve istikametli bir hizmette bulunmaları mümkün değildir.
02.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|