İnsan hayatı, insanın ümitlerine, hayallerine, emellerine ve beklentilerine göre gerçekten çok kısadır. Ancak bu kadar kısa olmasına rağmen yine de günlük hayatın dağdağasından, bin bir türlü meşgalesinden bu kısa hayatı dahi anlamak, idrak etmek ve maksada uygun şekilde kontrolümüz altında tutmakta zorlanırız.
Gerçekte hemen hemen her şeyi hakkıyla anlamak ve kavramak için bütünündeki mânâyı kaçırmamak, en azından kısa bir özetini mutlaka bilmek ve akılda tutmak gerekiyor. Bu sebeple hayatın da kısa bir özeti hatırımızdan hiç çıkmamalı. Bu bakımdan Sözler’in baş kısmındaki hikâyeler ve temsiller hayatın mânâ ve ehemmiyetini kavramak ve günlük hayatımıza maksada uygun olarak yön vermek ve sıkıntı ve dertleri esastan çözmek açısından vazgeçilmez prensipleri ihtivâ eder.
Meselâ Sekizinci Söz’ü ele alacak olursak; dünya hayatının, gönderiliş gayesinin, etrafımızdaki eşya ve hadiselerin, karşılaştığımız sıkıntı ve zorlukların açıklama ve çözümünün, velhâsıl dünya ve âhiret saadetinin bir anahtarıdır, bir fihristidir. Bütün Risâle-i Nur eserlerinde olduğu gibi Sekizinci Söz’ün de bir fihristesi vardır ve öğrenme tekniği bakımından da özetleri okumak önemli bir metottur. Şahsım adına fihristler genelde ihmal ettiğimiz bölümlerdir. Meselâ bu bölümde “Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan güzel ve parlak bir temsil” ifadesini yıllar sonra fark etmiştim.
Hikâye, sahrada yolculuğa çıkan ve bir aslanın saldırısıyla her biri ayrı kuyuya düşen iki kardeşin hikâyesi. Hikâyenin aslı “Suhuf-u İbrahim”de olunca dünyanın her tarafına ulaşmış. Bilindiği gibi hikâyeden, meşhur Rus romancı ve mütefekkir Tolstoy da “İtiraflarım” adlı eserinde bahseder. Kendi hayatını, “eski bir Şark hikâyesi” diye ifade ettiği bu hikâye ile özetler, itiraf eder. Ancak hem Şarkın hem de Garbın filozoflarında olduğu gibi derin bir kuyunun ortasındaki siyah ve beyaz iki farenin kemirdiği zayıf bir hayat ağacına tutunmuş haline karşı çözümsüzdür, çaresizdir. Risâle-i Nur ise hikâyeye enfes yorumlar getirir. Çare: Sekizinci Söz’ün başındaki âyetlerdeki gibi; Gerçek hayat sahibi Allah’tır, Kayyum olan yani her şeyi ayakta tutan da O’dur. Allah indinde din İslâm’dır. Evet Hz. İbrahim (as) gibi diğer bütün peygamberlerin de tebliğ ettiği hakikatın özü İslâm’dır ve iki cihan saadetine giden yol budur, başka yol yoktur.
Tolstoy’un eserleri dikkatle incelenecek olursa, Şark kültürüne özellikle İslâm kültürüne yabancı olmadığı fark edilir. Bir hikâyesinde dünya hayatının geçiciliğine, hayattaki saadetin sadeliğinde olduğuna dair Kur’ân’dan yorumlar getiren Tatar din adamlarından takdirle bahseder.
Hz. İbrahim’e (as) indirilen suhuflarda geçen bir hikâyenin bir Şark hikâyesi halini alması ilginçtir. Şüphesiz bu suhufun da diğer suhuf ve kitaplar gibi orijinalı yok. Yüzyıllardır talan edilen kütüphaneler, tasnif bekleyen arşivler ve kendi harflerine yabancı kalan nesiller eski eserlerin kalıntılarına dahi ulaşmayı zorlaştırmış. Hikâye, hikâyelerin çok sevildiği ve en çok hikâye üretilen ülke olan kadim Hindistan’a kadar ulaşmış. İslâm’ın Hindistan’daki uzun süren hakimiyeti, kültür ve edebiyatına da güçlü etkiler yapmıştır. Bazı hikâyelerinde “Ortadoğu’dan gelen âlim kişi” tâbiri rastlanan ifadelerdir.
İslâm öncesi etkiler de mümkün. Hz. İbrahim’den (as) ders alan Zülkarneyn’in, Şarkın en uzak köşelerine ulaşan doğu seferlerinde Hindistan’dan Orta Asya ve Uzak Doğuya ahlâkî, insanî ve kültürel pek çok esasın çekirdeklerini atmış olması mümkün.
Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de suhuflardan birkaç yerde bahsedilir. A’la Sûresi’nin son âyetlerinde “Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır; İbrahim ve Musâ’nın suhuflarında” ifadesi geçer. Aslında sûre biraz dikkatlice okunduğunda; Allah’tan korkarak nasihattan istifade edenle; şâkî ve bedbaht olan şeklindeki hayatın özetini ve hikâyenin hakikatını hissetmek mümkündür.
Tolstoy’un kendi hayatı olarak görüp itiraf edebildiği, aynı sûrenin on üçüncü âyetinde ve Sekizinci Söz’de geçen “Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor” ifadesi gerçekte bütün insanlığın ortak ve en dehşetli problemi. Hadisenin esas ehemmiyeti ise takib eden âyetlerde de ifade edildiği gibi bâkî olan âhiret hayatıdır ve “Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor” ifadesinin nihâî mekânı ise gâfil insanın tek tutunduğu dalın kırılması ile düşeceği sonsuz cehennem çukurudur.
Cenâb-ı Hak bizleri dünya hayatının hakikatını kavrayarak ona göre amel edenlerden eylesin. Âmin!
04.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|