Kompozisyon yarışmasında birinci olduğu için ödülünü almak üzere sahneye çıkan Tevhide kızımız sahneden indirildi. Aforoz edilir gibi dışlandı. Çünkü başörtülüydü.
Kompozisyonunda “Dünyanın her yerinde öğretmenler…” diye sürüp giden Mustafa Kemal’in öğretmenleri öven sözlerinden alıntı yapmasına rağmen yine kovulmaktan, indirilmekten kurtulamadı.
Belki yanlış, belki doğru kabaca söylentilere dayanarak aktaracak olursak, binbaşı bir kaş-göz işaretiyle kaymakama indirilsin işaretini veriyor. Kaymakam, bir çene işaretiyle milli eğitim müdürüne emir buyuruyor... Millî eğitim müdürü, Tevhide’nin müdürüne direktif veriyor. Okul müdürü, sahnedeki takdimci öğretmene bu emri aktarıyor. Öğretmen, sahneye çıkarak, ödül töreninin heyecanını diğer katılımcı arkadaşlarıyla birlikte paylaşmaya başlayan Tevhide’nin kulağına eğilerek, büyüklerin emri gereği sahneden inmesi gerektiğini aktarıyor. Tevhide o küçücük, minnacık bedeniyle birden bu ağır kararın altında eziliyor, sarsılıyor ve ruhunda gaddarlık, haksızlık pençelerinin açtığı yaralarla önce içi, sonra gözleri kan ağlayarak iniyor aşağılara. Ve “Neden hocam?” diye tarihî bir soru soruyor. Kimselerde tık yok. Herkes olayın şoku içinde. Neden sonra izleyicilerin salonu terk ettikleri söylendi.
Bu “Neden hocam?” sorusunun cevabı verilmeli, bulunmalı. Eğer âkil adamlarımız bir sorgulama yapmazlarsa, gün gelir “Kral çıplak” sözünü yüksek sesle ilk olarak Tevhide’ler dile getirirler. “Neden?” sorusundan nereye kadar kaçabiliriz ki?
Tevhide törenden sonra ağlamış. Zaten hepimiz haberlerde izledik ağladığını. Hakkı var. Ağlanacak haldeyiz. Hep birlikte ağlanacak halimize ağlamamız gerek aslında. Ama bir yerde Tevhide’nin gülmesi de gerek. İnsanlığın haline, devletlülerimizin haline, önyargılarımızın bizleri ne hallere düşürdüğüne, “hürriyet, demokrasi, insan hakları, hoşgörü, vatan, millet” ilkelerine ve söylemlerine rağmen sergilenen, örneği tarihte az görülmüş bu dayatmalara gülmesi gerekir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin 1935’li yıllarda Haşir Risâlesi olarak meşhur olan 10. Söz’ü telif ettiği ve yazdırıp çoğalttığı için maruz kaldığı haksız muâmele, soruşturma, hapis ve zulümlere karşılık başvuracağı, hakkını arayacağı hiçbir mercînin olmaması üzerine aktardığı bir mesel var. Hiç kimsenin, hiçbir makamın “Böyle şey olmaz. Bu yapılamaz” diye karşı çıkamadığı, sadece seyirci kaldığı bu müsadere, tecrit ve hapis cezaları üzerine Said Nursî, Tarihçe-i Hayat isimli eserinin “Eskişehir hayatı” bölümünde şöyle der:
Bir zaman, bir padişahın müptelâ olduğu hastalığın ilâcı, bir çocuğun kanı imiş. O çocuğun pederi, çocuğu hakimin fetvasıyla bir para mukabilinde padişaha vermiş. Çocuk mecliste ağlamak ve şevkâ yerine gülmüş. Sormuşlar:
“Neden istimdat etmiyorsun, şikâyet etmiyorsun, gülüyorsun?”
Demiş ki: “İnsan musibete giriftar olduğu vakit, evvelâ pederine, sonra hakime, sonra da padişaha şekvâ eder. Benim pederim beni kesilmek için satıyor. İşte hakim de ölmekliğime karar veriyor. İşte padişah benim kanımı istiyor. Bu antika ve pek garip ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hâle karşı ancak gülmek ile mukabele edilir…”
Tevhide’nin durumu bizlere bu sözleri ve bu sitemleri hatırlattı. Yine Üstadın diliyle “Kimden kime şekva edeyim, ben dahi şaştım..” deyişi gibi Tevhide kimi kime şikâyet etsin ki? Sanki başörtüsü yasağı rejimin yaşaması için içilecek kan, gıda, ilâç. Baba satmışsa, hakim sessizse, idareciler seyirciyse Tevhide gülmesin de kim gülsün.
Tevhideciğim... Üzülme. Gül. Hep gül. Gül ki birileri küçüldüğünün farkına varsın. Gül ki “musibetler etsin tebeddül” (B. S. Nursî). Boşver... Bırakalım düştükleri hallere onlar ağlasın. Sen gülmene bak…
Okuyucularıma tavsiyem: www.nurtalebesiyiz.biz sitesini ziyaret ediniz. Çok hoş.
04.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|