Bediüzzaman, tek parti devrinin sonlarına doğru, vaktiyle İçişleri Bakanlığı da yapmış olan CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektupta “medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usulleri muhafaza ve üç-dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutma” tavrından artık vazgeçilmesi ve inkılâpların icbarıyla yapılan tahribatların “bilhassa an’ane-i diniye hakkında” tamirine çalışılması gereğini ikaz ediyordu (Emirdağ Lâhikası, s. 191).
Tahribatın bazı örnekleri, Afyon mahkemesine sunulan bilirkişi raporunda şöyle sıralanır:
Tekke, zaviye ve medreselerin kapatılması; İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması; tesettürün kaldırılması; şapka giyilmesi; Latin harflerinin Kur’ân harfleri yerine cebren kabulü; Türkçe ezan ve kamet okunması; mekteplerde din derslerinin kaldırılması... (Şuâlar, s. 373)
Said Nursî, tekke, zaviye ve medreselerin kapatılması yerine, mekteplerle ortak bir müfredat çerçevesinde ıslahını öngörüyordu. Tevhid-i tedrisatı bu anlamda gündeme getiren de o idi. Ama “öğretim birliği” tamamen yanlış bir laik temele oturtulurken, kapatıldığı zannedilen tekke, zaviye ve medreseler ise, büyük ölçüde eski arızalarıyla beraber yeraltına itilmiş oldu.
Hâlâ bu durumun sıkıntılarını yaşamaktayız.
“Din yok, milliyet var” sloganıyla, İslâmın yerine milliyetçiliğin ikame edilmek istenmesi de, mâlûm etnik gerilime ve buradan beslenen terör belâsına yol açtı.
Tesettürün hedef alınması ise hem toplumsal bir huzursuzluğa sebebiyet verdi, hem de yozlaşmayı beraberinde getirdi.
(Nitekim 30’lu yılları hortlatma hevesiyle başlatılan 28 Şubat sürecinin şiddetlendirdiği tesettür yasağı, yol açtığı bilumum olumsuz sonuçlarla ortada...)
Aslına bakılırsa, Bediüzzaman’ın “tahribatı tamir” çağrısı, çok partili demokrasiye geçilmesiyle birlikte tedricen mâkes bulmaya başladı.
Meselâ Türkçe ezan ve kamet uygulaması kaldırıldı. Mekteplerde din dersleri tekrar konuldu. İlk başlarda, uğruna bazı insanların darağaçlarında sallandırıldığı şapka devrimi iyice tavsadı. Bey, paşa gibi ünvanları kullanma yasağı tümüyle tedavülden kalktı. Rakam ve harf değişikliği yerleşti, ama vaktiyle Kur’ân harflerine uygulanan şiddetli yasak da gerilerde kaldı.
Toplum resmî veya dinî nikâh ikilemi yaşamadı. Çünkü nikâh için dinin aradığı “eşlerin rızası, şahit ve ilân” şartları resmî prosedürde de karşılanıyor. Buna mukabil, miras ve taaddüdi zevcat gibi konularda pozitif hukuk dinin getirdiği düzenlemeden ayrılan konumunu sürdürüyor, ama uygulamada hangisi ağır basıyor?
Gerçek şu ki, tepeden inme yöntemlerle yürürlüğe konulan toplum mühendisliği projeleri hiçbir zaman başarılı olamıyor. Kalıcı neticeler ortaya koyamıyor. Ve dayatmalar ters tepiyor.
Yol açtıkları çatışma, gerilim ve travmalar ise toplum bünyesinde derin hasarlar oluşturuyor.
Said Nursî, “inkılâp kusurlarının düzeltilmesi ve tahribatın tamiri” çağrısıyla, bu hasarları giderme, yaraları sarıp tedavi etme ve toplumu tekrar sağlığına kavuşturma çaresini gösteriyor.
İnkılâplar için ilk olarak Menderes’in yaptığı “halka mal olanlar-olmayanlar” tasnifi, bu çağrıya kulak veren bir sağduyuyu seslendiriyor.
Ve Türkiye bu sağduyunun gereğini bekliyor.
04.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|