Dikkat edilirse, AKP başörtüsü meselesine ne zaman el attıysa, sorun daha girift bir kördüğüme dönüşüp içinden çıkılmaz hale geldi.
2002 seçimi öncesindeki meydan konuşmalarında verilen “Başörtüsü namus borcumuzdur” mesajlarıyla, seçim sonrası, yasağı protokol üzerinden delme girişimlerini hatırlayalım.
Sonuç ne oldu? Yasakçı cephe, daha önce hiç duyulmamış olan “kamusal alan” kavramını devreye sokarak yasağı daha da tahkim etti.
Ve AKP buna karşı hiçbir şey yapamadı.
Tam tersine, protokol törenlerinde boy göstermek uğruna başını açan siyasetçi eşleri oldu.
Dahası AKP, 28 Şubat hükümetlerinin dahi yapmadığını yaptı; yasağı özel dershanelere taşıyan bir yönetmelik değişikliğini Resmî Gazete’de yayınlatıp yasağı oralarda da resmîleştirdi.
Yine AKP döneminde başörtülü bir okul müdiresiyle ilgili Danıştay kararında, okula gidip gelirken sokakta da başın açık olması gerektiği gibi görülmemiş bir yargı içtihadı üretilebildi.
Bu kararın sorumluluğu elbette AKP’ye yüklenemez. Kamusal alan ucubesinin faturası da bu partiye çıkarılamaz. Ama bunlar niye daha önce yoktu da, AKP ile birlikte gündeme geldi?
Ve AKP, bir ara anayasayı değiştirecek çoğunluğu da yakalamış bir Meclis gücüne yaslanan bir tek parti iktidarı olduğu halde bunlara niye engel olamıyor?
Bu sualin cevabı, evvelce çok daha zor ve ağır şartlarla karşı karşıya oldukları halde, bugünkü AKP yöneticilerinin de yıllarca içinde bulunduğu Millî Görüş hareketinin insafsızca eleştirdiği AP-DYP hükümetlerinden esirgenen bir hoşgörü ve bağışlayıcılıkla verildi:
“Efendim, Türkiye’nin şartları mâlûm. Seçimi kazanmak, Mecliste çoğunluğu elde etmek ve tek parti iktidarı olmak, muktedir olmaya yetmiyor. Seçmenin oyu, zinde kuvvetler ve anayasal kurumlar karşısında yeterli olmuyor.”
AKP’nin beş yıllık ilk iktidar dönemi, bu yaklaşımla mazur görüldü. Ve parti 22 Temmuz’da daha güçlü bir seçmen desteğiyle ikinci kez tek başına iktidar gücüne sahip kılındı. Bu güçle, geçen dönemde icraatın önündeki en ciddî engellerden birini oluşturan Çankaya sorunu da çözüme bağlandı. Gül, cumhurbaşkanı seçildi.
AKP’nin tabanına yıllardır yaptığı telkin şu idi: “2007’ye kadar sabredin, cumhurbaşkanını seçelim, o zaman çözeriz.” Şimdi o noktadayız.
Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının, iktidarın Meclisten geçirdiği kanunların sür’atle onaydan çıkıp yürürlüğe girmesini sağladığını görüyoruz.
Peki, bu durum başörtüsü meselesinde de hızlı ve kalıcı bir çözüme imkân verebilecek mi?
Bunu önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz. Ama ilk işaretler pek iç açıcı görünmüyor.
Bir defa, Hayrünnisa Hanımla birlikte başörtüsünün Köşke çıkmış olması mâlûm cenahta hâlâ hazmedilmiş değil. Dahası, buna misilleme olarak tabanda yasak daha da şiddetlendirildi. Öyle ki, Hayrünnisa Hanımın Konya gezisinde konvoya refakat eden ambülanstaki başörtülü hemşire bile hemen objektiflerce tesbit edilip hakkında derhal soruşturma açılabildi.
Kozan ve Erzurum’daki olaylar cabası. Bir de millî güvenlik dersleri kullanılarak arttırılan ve henüz basına aksetmeyen baskılar söz konusu.
Bakalım, bu işin sonu nereye varacak?
06.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|