Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Raşit YÜCEL

Hilmi Doğan



1970’li yıllardan bu yana çok muhtelif vesileler ile beraber olduk. Nur tarihine büyük harfler ile ismini yazdırdı. Ekâbir-i sahabeler misâli “ekâbir-i nur” idi.

İyi bir bürokrat, samimi bir nur talebesi, harika bir Anadolu insanı.

1997 yılında “Risâle-i Nur’u nasıl tanıdım?” tefrikası için nurlu hatıralarını kısaca yazıp bize göndermeyi lûtfetmişti. Hayatını, mesaisini, emeklerini esirgemeyen bir insandı. Yeni Asya yönetim kurulunda beraber çalıştık. 1993 yılında hacda beraberdik.

İlk tanışmamız, 1970’li yıllarda Barla’da olmuştu.

Bazı insanların anlatılması zordur. Ancak tanımak, bir ve beraber olmak ile bilinebilir.

Bu vesileyle, 1997 yılında “Risâle-i Nur’u nasıl tanıdım?” isimli çalışmamıza gönderdiği nurlu hatıralarınından bir bölümü aşağıya alıyorum:

“Risâle-i Nur, Hızır gibi imdâdıma yetişti”

“..Darü’l-Hilafe mezunu olan Rahmetli babamdan Kur’ân okumayı öğrendim. İlkokuldan sonrasını kasabamızın dışında okuduğum için, lise ve üniversite dönemlerinde namazları bazen kılıyor, çoğu zaman tembellik ediyordum.

“Tahsil ve askerliğin bitişi ile başlayan memuriyet döneminde de—uzunca bir süre—inişli çıkışlı hâl devam etti. Ramazan dışında, çoğu kez, Cuma’dan Cuma’ya vazifelerimi hatırlıyordum. Çalıştığım kuruluşların kapalı devre lojman hayatı ve menfî çevre, işyeri-lokal-ev-lokal fasit dairesi beni de sarıp sarmalamıştı. Maddî imkânların fazla oluşu da kötü gidişi kolaylaştırıyor ve hızlandırıyordu.

“1962 Temmuz’unda, Sümerbank Kayseri Pamuklu Sanayii müessesesindeki görevimden istifâen ayrılıp, daha iyi ücret veren Türkiye Petrolleri A.Ş.’nin Bölge Müdürlüğü’nde muhasebe müdür muavini olarak göreve başladım.

“Batman’a varışımdan bir müddet sonra, şirkette çalışanlardan iki kişi (H. Mehmed Uçar ve Hacı Mirza Demir) ziyaretime geldiler. Hatır sorma, tanışma ve çay faslından sonra ayrılırken iki küçük kitapçığı masamın üzerine koydular ve ‘Müsait vaktinizde okumak isterseniz...’ deyip gittiler.Hâşiye

“Onlar gittikten sonra kitaplara baktım. Tabiat Risâlesi ve Küçük Sözler isimli kitaplar. Zaman zaman âfâkî bir nazarla kısmen okudum. Ama hiç birini bitiremedim. Bir müddet sonra da kitapçıkları kendilerine iâde ettim. Pek bir şey anlayamamıştım. Aradan 1,5 yıl geçti. Hemşehrim ve Kayseri’den de mesâî arkadaşım olan muhasebe müdürü ile muhasebe kayıtlarında ve defter-i kebir düzeninde yaptığımız iyileştirmeler takdiri gerektirirken; merkez, muhasebe müdürünün kıskançlık damarını uyandırmış olmalı ki ‘Benden habersiz ve izinsiz böyle şeyleri nasıl yaparsınız?...’ gibi sudan bir bahane ile muhasebe müdürü hemşehrimin işine son verdiler. Beni de ‘Hanımını toplantılara getirmiyor, sosyal hayata uyumlu değil’ ilave cürmüm sebebiyle tenzîlen Rafineri Satış Şefliğine tayin ettiler. Çocuklardan üç tanesi okula devam ediyor. Ders yılı sonunda yeni bir iş bulup Batman’dan ayrılmak niyeti ile bu haksızlığı sineye çekmek zorunda kaldık.

“Beşer zulmetmiş fakat kader adalet etmişti. Üzgün ve sıkıntılı günler geçirmekte iken, bir gün, H. Mehmed Uçar (İdarî ve Sosyal İşlerde Memur idi) ‘Birkaç arkadaşla akşam evinize çay içmeye gelmek istiyoruz. Müsait vaktiniz var mı?’ diye telefon etti, ‘Buyurun’ dedik.

“Akşamdan sonra dört kişi (H. Mehmed Uçar, H. Mirza Demir, İbrahim Ekmen, Kenan Sağlam) geldiler. Çaylar içilirken bize yapılan muâmeleden müteessir olduklarını, yine de üzülmeye değmez bu durumun ileride düzelebileceğini ifadeyle bize tesellî verdiler. Bir ara içlerinden birisi—Kenan Sağlam—cebinden bir küçük kitap çıkarıp birşeyler okudu. Duyduklarım, ruh âlemimde acîb dalgalanmalar meydana getiriyor ve büyük zevk-i mânevî hâli yaşıyordum. Biraz fasıla ve âfâkî konuşmalardan sonra, bu defa H. Mehmed Uçar iç cebinden çıkardığı ‘Not Defteri’nden bir kaç sayfa okudu. Bu duyduklarım da, önce okunan bahisler kadar cazip ve güzel geldi bana. Ayrılırlarken, bana bu kitaplardan emâneten vermelerinin mümkün olup olmadığını sordum, ‘Maalmemnuniye’ dediler ve herkes cebinden birer küçük kitap çıkarıp verdi ve veda edip gittiler.

“Onlar gittikten sonra, çocuklar da yatınca, yalnız başıma kitaplardan birini okumaya başladım. O akşam gece yarısına kadar durmadan hayretler içinde okudum, okudum... Müteâkip günler yeni ve büyük kitaplar... Kasabadaki dershaneye devama başlayışım... Yeni dostlar, yepyeni bir uhuvvet ve muhabbet çevresi... Hayatımın seyri 180 derece değişmişti. Sigara dahil her türlü menhiyâtı derhal bıraktım. İbadet vazifelerimi, ‘olmazsa olmaz’ şuuru ve tâze bir şevkle ifa ediyordum. Bir müddet sonra çevreyi tanıma faslı başladı... Urfa Mevlidleri, Van Mevlidleri, rahmetli Bekir Berk Ağabeyimizle Mersin’den Erzurum’a havalideki dâvâların pek çoğuna beraber yolculuklarımız... Mânevî haz ve şevk sağanağı gibi üstümüze yağdı da yağdı. Hâzâ min fadlı Rabbî, elhamdülillah.

“Risâle-i Nur’u tanımadan evvelki pek çok hata ve günahlarım sebebiyle, Rabb-i Rahîm’im beni bir küçük musibetle cezalandırırken, akabinde nimetler ummanına gark eylemişti...

“Mevcûdât ve hâdisâta Allah hesabına, mânâ-yı harfî cihetiyle bakma şuurunu ve tahkikî imanı, yazan, okuyan ve insafla dinleyenlere mutlaka kazandıran Risâle-i Nur; binlerce insanın iki hayatını birden Cennet’e çevirdiği tecrübelerle sabit ve müberhendir. Pek çok kimseyi helâket ve felâket uçurumlarından biiznillah çekip çıkarmıştır.

“Risâle-i Nur’a ve Hazret-i Üstad’a medyun ve müteşekkir olanlar, elbette pek çoktur, ama samîmî inancım odur ki, hiç kimse benim kadar minnet ve şükran borçlu olamaz. Ben günah gayyasında boğulmak ve fani meselelerin yükü altında ezilip gitmek noktasına çok yaklaşmıştım ki, fazl-ı İlâhî olarak, Risâle-i Nur, Hızır gibi imdadıma yetişti. Dağlar, tepeler, hendekler dümdüz; zulmetli gecelerim ise gündüz olmuştu...

“Hâşiye: Bu ziyaretten takriben 20 ay sonra, ben Risâle-i Nur’a kavuşunca, Batman’daki hizmetlerin bu iki temel rüknü, o ilk ziyarete nasıl karar verdiklerini şöyle anlattılar: Biri diğerine şöyle söylüyor: ‘Yeni gelen müdür muavini Cuma namazına geliyor. Onunla ilgilenelim.’”

Bu vesile ile Rukiye ve Orhan Kaşlıoğluna, Recep, Reyhan ve Ragıp kardeşlerime başsağlığı diliyorum. Böyle mümtaz bir baba için ne kadar iftihar etseler azdır.

06.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (29.11.2007) - Öğretmenim

  (22.11.2007) - Sinir ötesi

  (15.11.2007) - Değişen dünyada

  (08.11.2007) - İnönü

  (01.11.2007) - Eski dostlar

  (25.10.2007) - Ağlatan musiki

  (18.10.2007) - Mevsim sonu

  (11.10.2007) - Bursa'da Ramazan

  (04.10.2007) - İstanbul’da ramazan

  (27.09.2007) - Hayatımızda Ramazan

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri