Gündemin hayhuyu arasında olup bitenlerin etraflı tahlili yapılamıyor. “Terörle mücâdele”yi salt “sınırötesi harekât”a indirgeyen Ankara, görülüyor ki günübirlik politik atraksiyonların önünde sürükleniyor.
Bundandır ki, Avrupa Birliği’nden gelen bütün çağrılara rağmen, DTP hâlâ PKK’yi “terör örgütü” olarak ilân etmiş değil. Bu durum ilk bakışta radikal söylemlerle gerginliği tırmandırma taktiği olarak görülse de, mesele bunun çok ötesinde küresel plânın bir parçası...
Plân, partiyi kapattırmak ve Türkiye’nin demokratikleşme çabasının önüne takoz koyup AB’ye girişini engellemek. Zira uluslararası güç ve sermaye, Türkiye’nin bölgesinde güçlü ve demokratik büyük bir öncü ülke olarak AB üyesini olmasını istemiyor...
Bu arada Ahmet Türk’ün, “yıllarca etnisite üzerinden siyaset yaptım; şimdi anlıyorum ki etnik ayrılıkla ayrı devlet, halkları felâkete sürükler” itîrafı, aynı gerçeği su yüzüne çıkarıyor.
Ve bütün bunlar, 11 Eylül sonrası “terörün önünü alma” konseptiyle, Bush’un “yanımızda olmayanlar düşmanımızdır” parolasıyla ABD’nin başlattığı topyekûn operasyona AB’nin itirazıyla ortaya çıkan ayrılığın bir yansıması olarak tezâhür ediyor.
ABD’nin uzun yıllar İsrail’in işgalindeki Bekaa Vadisinde terör örgütüne hâmilik etmesi, işgal ettiği Irak’ta, kontrolündeki Kuzey Irak ve Kandil dağlarında yuvalanıp palazlanmasına destek vermesi, makineli tüfekten tanka kadar binlerce Amerikan hafif ve ağır silâhların örgütün elinde bulunması, bunun en basit örnekleri...
* * *
Aslında neoconların politikaları derin bir sapmaya dayanıyor. Amerika’nın en fanatik generallerinden genelkurmay eski başkanı Lyman Lemnitzer, ABD’yi “dünyanın efendisi” yapmak için çılgınca bir plan hazırlamıştı. CIA, “Northwood Operasyonu” adı verilen plân uyarınca Amerika’da büyük çapta terör eylemleri yapıp kendi vatandaşlarını bile öldürecek ve bütün suç Küba Lideri Fidel Kastro’nun üzerine atılıp Küba işgal edilecekti.
Başkan Kennedy, önüne getirilen plânı üç gün boyunca inceledi ve reddetti. General Lemnitzer’e, “Küba konusunda askerlerin bütün çalışmalarını durdurmalarını, siyasî muhtevalı hiçbir plân hazırlamamalarını ve kışkırtmalardan kaçınmaları” tâlimatını verdi.
Sonuçta, 1962’de Demokrat Kennedy’e kabul ettirilemeyen plân, 40 yıl sonra Cumhuriyetçi Bush’a kabul ettirildi. “Yahudi lobisi”nin isteğiyle silâh ve petrol tüccarı “şahin neoconlar”, savunma bakanı eski yardımcısı ve “çuval olayı”nın zehir zemberek savunucusu Wolfowitz’in ve “karanlıklar prensi” Perle’nin daha önce Clinton’a sundukları ve rafa kaldırılan Irak’ın işgâlinin de içinde bulunduğu “proje” tatbike konuldu.
Çünkü, İslâm dünyasını hedef alan plânı rafa kaldıran Clinton’un başına önceden kayda alınmış, yine Yahudi asıllı “Monica skandalı” patlatılmış ve artık Rumsfeld–Wolfowitz–Perle’nin son şeklini verdiği “Bush doktrini” önünde hiçbir engel kalmamıştı...
Böylece Kissinger’in önerisiyle, karışıklık, kaos, terör ve iç çatışma meydana getirilerek, büyük ülkeleri zayıflatma, bölüp parçalama plânı, tam gaz devreye sokuldu. Uluslararası dolar spekülatörü Soros aracılığıyla dağıtılan uluslararası sermayesinin kanla beslediği, sömürgecilik, saldırganlık, işgâl, açlık, hastalık, soykırım, bunalım, kültürel değerlerin ve mânevîyatın tahribini destekleyen medya, artık bu yeni emperyalizmin araçları arasında idi...
Churchill’in “bir damla petrolün bir damla kandan daha değerli olduğu yeni dünya” düzeninde, Irak’lı çocukların kanı karşılığında elde edilen petrolle kalınmayacaktı...
* * *
Bunun içindir ki, başta Bush ve Dışişleri Bakanı Rice olmak üzere, ABD’nin onca vaadleri ve her “Oval Ofis görüşmesinde sergilenen “dostluk gösterileri”, hep havada kaldı; “stratejik ortak” yine bildiğini okudu...
“Büyük Ortadoğu Projesi”nin eş başkanı Başbakan Erdoğan’ın tâbiriyle, “stratejik müttefik sayın Bush ve arkadaşları”, ne “Ermeni soykırımı” tasarında, ne Irak kentlerinde kurulan PKK bürolarının kapatmasında, ne Telâfer ve Kerkük’teki katliamları önlemede, talan ve demografik tahribi durdurmada ve ne de defalarca söz verdikleri terör örgütünün elebaşlarını teslim etmede bir şey yapmadılar...
Yine bu hedefle, AB içine fitne sokuldu. ABD’nin Irak’ı işgaline karşı çıkan, İran operasyonunu, Suriye saldırısını onaylamayan Avrupa Birliği liderleri tasfiye edildi. Almanya’da Schröder’in yerine Bush’un dostu Merkel, Fransa’da Chirac’ın yerine Blair’den sonra yeni fanatik Bush hayranı Selânikli Sarkozy–ya da Fransızların tâbiriyle “Amerikalı Sarko” –gibi “AB içindeki AB karşıtları” ve “Türkiye’yi istemeyenler” başa getirildi.
“Danimarkalı kovboy” Rasmussen’i yeniden kazandı. Başta Polonya olmak üzere, diğer “Avrupa ülkelerini ABD’leştirme” ameliyesine devam edildi...
Kısacası, bir yandan etnik tahrikle Türkiye’deki ırkları kışkırtarak iç gerilim ve kargaşayı tırmandırmak, diğer yandan terörü azdırıp Ankara’nın gözünü karartmak, küresel fitne mihraklarının, Türkiye’yi demokrasiden ve AB sürecinden koparma komplosu...
Komploya dikkat...
06.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|