Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Cevher İLHAN

“Mânâsız, hakikatsiz, haksız, zararlı nizâ...”



Türkiye’yi öteden beri Alevî-Sünnî diye bölmeye çalışan ifsad odaklarının, Alevî eksenli parti ve derneklerle tutturamadığı oyun, bu kez bir başka maskeyle sahneye sürülmekte.

“Cemevlerinin ibâdethâne olması” ısrarı, Alevîleri diğer bütün Müslümanlardan “ayırma” ameliyesine vardıran tuzağın bir parçası olma tehlikesini de beraberinde getiriyor.

AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, Başbakan’a kabul ettirdiği ve “çağdaş din adamı” olarak nitelediği Diyanet İşleri Başkanının “olumlu” baktığını söylediği, “Alevî açılımı”, dinde tefrikaya kapı açıyor. Çamuroğlu, “Bundan Müslümanların kıblesi bölünmez” diyor; lâkin neticede Müslümanların birlikte aynı kıbleye yöneldikleri ibâdethânelerini bölüyor.

Bu haliyle mesele, Alevîlere kültürel kimlikte ayrıcalık ve imtiyaz tanımasının çok ötesine geçiyor; bin dörtyüz yıldır en müfrit Şiâ mezheplerinin bile cür’et edemediği, en aşırı Rafızîlerin bile ağızlarına almaktan çekindikleri, “ibâdethâneleri ayırma” ve “camilerden ayrılma” fitnesinin ateşini alevlendiriyor...

Sormak lâzım; Alevîlerin ibâdetleri, diğer bütün Müslümanların mezhep ve anlayış farkı gözetmeden birlikte ifâ ettikleri namazdan ayrı mı ki, ayrı ibâdet mekânları tahsis edilsin?

Çalgı ve müzik âletleri eşliğinde oynanan bazı oyun ve folklorik gösterilerin, Kur’ân ve Sünnette târif edilen namazla ne ilgisi var? Tarih boyunca “Alevî” olarak bilinen Müslümanların namaz ve ibâdeti, bizzat Peygamberimizin (asm), Hz. Ali’nin ve bütün Ehl-i Beyt imamlarının ifâ ettiği, “cumhur” denilen bütün İslâm müçtehidleri ve mezheplerince belirlenen namazdan farklı mı ki, ayrı “ibâdethâneleri”, farklı “camileri” olsun?..

* * *

Anlaşılan o ki Alevîlerin “namazlarını ayrı camilerde ifâsı”, tamamen Alevîliği Müslümanlıktan, ayırma fitnesinin bir aracı olarak istimal edilmekte. Belli ki bu icâd, haricî fesad şebekelerinin yerli işbirlikçileriyle birlikte, İslâm’da tefrikayı telkin eden bir bahane olarak ileri sürülmekte...

Plan bütün dehşetiyle sırıtmakta. Sözde “demokratikleşme” ve “özgürlükler” perdesi altında Macar Yahudisi dünya dolar spekülatörü Soros fonlarıyla Yahudi lobisi güdümündeki sebatayist masonik sivil toplum kuruluşlarının “Alevîlere dinî özgürlük” ve “Diyanette Alevîlere yer verilmesi” türü projelerinin maksadı açığa çıkmakta...

Gerçek şu ki, “Alevîlere özerklik” sloganıyla, “kültürel haklar” ve “demokratik talepler” paravanında önce ibâdethânelerini ayırıp, ardından toplumdan tefrik etme ameliyesi, “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”nin, İslâm coğrafyasını etnik ve mezheplere göre bölme plânının bir parolasıdır. Lübnan’ı beşe, Suriye’yi dörde, Irak’ı üçe parçalamanın bir parçasıdır...

İslâm dünyasında birlik içinde güçlü hiçbir ülke istemeyen ve “süper güç ABD”yi kontrolüne alan ifsad şebekeleri, Suudî Arabistan’dan Pakistan’a kadar İslâm haritasını Sünnî-Şiî ayrımıyla topyekûn bir tefrikayı telkin etmek peşinde...

Başbakan, Çamuroğlu ve benzerlerinin fitneye bahane edilecek “cemevlerinin ibâdethâne olması”nı benimsemek yerine, İslâm’daki mezheplerin ayrı ibâdethâneleri olmadığını ve esâsen Alevîliğin, Ehl-i Beyt muhabbetini esas alan, İslâm içinde bir anlayış olduğunu, Sünnîlerin de bu şiâra sahip olduklarını, dinî ve tarihî tahlil ve delillerle bildirmeli.

Zira Sünnîler de Ehl-i Beyte yapılan zulüm ve haksızlıklara hep karşı çıktılar. Hiçbir Sünnî yoktur ki Kerbelâ şehidlerine ağlamasın...

* * *

Ankara, AB kriterlerinde sözü edilen “dinî özgürlükler”in, hiçbir zaman İslâm’ın ayrılmaz bir parçası olan Alevîliği kapsamadığını, yalnız Lozan’da imza altına alınan gayr-ı Müslimleri kapsadığını hatırlatmalı. Müslümanlardan olan Alevîlerin hiçbir surette “azınlık” olmadıklarını ve “ayrı” olarak görülemeyeceklerini resmen izâh etmeli...

İlâhiyat fakülteleri, Millî Eğitim ve devletin din öğretimi ve eğitimiyle ilgili birimleri bu konuda köklü çalışmalar yapmalı. Alevîlerin Müslümanlarda ayrı olarak algılanmasının vâhim bir hata ve saptırma olduğu etraflı araştırmalarla ortaya konulmalı.

Diyanet, Alevîleri ayırıp ayrı ibâdethâneler tahsis etmek yerine, Alevîliğin imanî ve itikadî esaslarının, ibâdete dair delil ve kaynaklarının, dinî ve tarihî temel referansının Müslümanlığın içinden ve İslâmla aynı olduğunu belgeleriyle açıklamalı.

Ve Alevîler hiçbir zaman, Hâricilerden türeyen bazı müfrit iddialara bakıp en az kendileri kadar Hz. Ali’ye hürmeti ve Ehl-i Beyt muhabbetini baş tâcı eden, ifrat ve tefritten uzak istikameti ve Sünneti rehber edinen Sünnî İslâm câmiasına asla cephe almamalı; oyuna gelmemeli...

Ve bütün Müslümanlar bu hususta Bediüzzaman’ın şu ikazına kulak vermeli:

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden, (seçip kabul eden) Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı (ihtilâf ve kavgayı) aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka (egemen dinsizlik ve ifsad) cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid (aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba, aynı kıbleye inanan birlik ve beraberlik içinde bir ümmet) olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı râbıta-i kudsiye (kutsal birlik bağları) mâbeyninizde (aranızda) varken, iftirakı (ayrılığı, bölünüp parçalanmayı) iktiza eden (sebebiyet veren) cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.” (Lem’alar, 32)

Millet hiçbir zaman bu “cüz’î meseleler”e bakmadı, ecnebî oyununa gelmedi. Devlet ve hükûmet de, “haksız, hakîkatsiz ve zararlı ihtilâf ve kavga oyunu”na gelmemeli; bu tuzağa düşmemeli...

05.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.12.2007) - Ankara oyuna gelmemeli...

  (03.12.2007) - Başbakan’ın yeni “Alevî açılımı”

  (01.12.2007) - “Mahrem gündem...”

  (30.11.2007) - “Muğlak mutâbakat”

  (29.11.2007) - Neler oluyor?

  (28.11.2007) - Gayr-i müslimlerle medenî ve dünyevî dostluk... (3)

  (27.11.2007) - Dostluğun men’î, “Yahudiyet ve Nasraniyet” noktasında... (2)

  (26.11.2007) - Kur’ân’da “gayr-i müslimlerle dostluk” meselesi... (1)

  (25.11.2007) - Nurun iki mânevî kahraman fedâisi: Hâfız Ali ve Hasan Feyzi

  (24.11.2007) - “AB sözü”ne ne oluyor?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri