|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Bütün peygamberlere selâm olsun. Hamd ve övgü, şükür ve minnet Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Saffât Sûresi: 181-182
|
05.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Öğle namazından önce, arada selâm verilmeden sünnet olarak kılınan dört rekât namaza gök kapıları açılır ve kabul edilir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 525
|
05.12.2007
|
|
İstikbal, Risâle-i Nur’u alkışlayacak
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu dehşetli asırda mükemmel tesellîlerim ve varislerim,
Sizin fevkalâde sa’y ve gayretiniz Isparta ve civarını bir geniş Medresetü’z-Zehraya ve bir Camiü’l-Ezhere çevirdiğine bir delil de, bu defa matbaacıları da hayrette bırakan yazdıklarınız Asa-yı Musa mecmuasından yirmiden ziyade mükemmel tevafuklu nüshalarını bu yarım ümmî kardeşinize göndermenizdir. Cenâb-ı Erhamürrahimin, sizlere, yazanlara ve yardım edenlere herbir harfine mukabil bin rahmet eylesin ve binler meyve-i Cennet ihsan etsin ve yüzer hasenât defter-i a’mâlinizde yazdırsın. Âmin. Âmin. Âmin.
Ben onlara baktım, kalbime geldi ki: Bu kahramanların şimdi de bir mükâfatları yok mu?
Birden ihtar edildi ki: Onlar, bu mecmuâyı yazmakla filozofları susturan, imana getiren kuvvetli bir ders-i imanîyi en evvel kendi kendine tam okuyorlar, manevî bir hazine kazanıyorlar.
Hem onların nüshaları, pek çokların imanlarını kurtaracaklar veya imana gelecekler. Bir hadiste vardır ki, “Bir tek adam seninle imana gelse, sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.” Hem onlar, bu mübarek kalemleriyle, eski zamanda İslâmiyetin büyük mücahid kahramanlarının kılıçlarının kudsî hizmetlerini görüyorlar. Elbette istikbal, onları ve Nurcuları çok alkışlayacak.
Emirdağ Lâhikası, s. 130
***
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu eski ve yeni iki medrese-i Yusufiyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan zatları ehl-i hakikat ve nesl-i âtî alkışlayacakları gibi, melâike ve ruhâniler dahi alkışlıyorlar diye kanaatim var.
Şuâlar, s. 272
***
Vazifemiz hizmettir; muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, ‘Bu insanlar ne zaman Risâle-i Nur’u dinleyecekler?’ diye ümitsizliğe düşme, merak etme! Katiyen bil ki: Mele-i Âlânın hadsiz sakinleri, bugün Risâle-i Nur’u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet kemiyette değil, keyfiyettedir. Bâzan bir halis ve fedakâr talebe, bine mukabildir.
Tarihçe-i Hayat, s. 402
Lügatçe:
sa’y: Çalışma, emek.
Medresetü’z-Zehra: Bediüzzaman’ın Doğu’da (Van) yapılmasını idarecilere teklif ettiği, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulmasını düşündüğü üniversite.
Camiü’l-Ezher: Ezher Üniversitesi.
hasenât: İyilikler.
medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinaye olarak, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yer mânâsında, hapishane.
tehacüm: Hücum etme.
nesl-i âti: Gelecek nesil.
Mele-i Âlâ: Melekler âlemi, en yüksek heyet.
|
05.12.2007
|
|
Ömür uçağımız düşüyor
“Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken ‘Bulutların geçişi gibi geçip
gider’ âyetini okuyor.”
Bediüzzaman
Geçtiğimiz günlerde gündemimize ve yüreklerimize düşen uçak kazası hadisesi ile hepimiz sarsıldık.
Bütün haberler fecî kazadan bahsederken, bazıları haberi “ölüme kesilen biletler” olarak değerlendirdi, bazıları da “ölüme uçuş” ya da “Azrail ile randevu”.
Yetkililer ise hâlâ bu esrarengiz kazanın sırrını araştırmakla meşguller.
Olayı kim, nasıl, ne şekilde değerlendirirse değerlendirsin, sebebi bulunsun ya da bulunmasın bir tek gerçek vardı, o da “ölüm”. Gerisi sebepler perdesinden başka bir şey değildi. Havada ya da karada, kazada ya da yangında, depremde ya da selde bir gün biz de karşılaşacaktık bu gerçek ile.
Hem hepimizin bileti, biz doğar doğmaz ölüme kesilmişti zaten. Hatta biraz daha geriye gidersek, ruhlar âleminde Rabbimizle yaptığımız sözleşmede imtihan teklifini kabullendiğimizde ölümü de kabullenmiştik. Doğmak demek ölümlü olmak, yani fani olmak demekti. Doğup da ölmeyen görülmüş mü? Her canlı ölecekti.
Evet, imtihan teklifini de, ölümü de kabul ettik ve kesildi biletlerimiz. İlk istasyon imtihan meydanı olan dünya idi.
Uzay boşluğunda sür'atle hareket eden büyük bir aracın içinde olduğumuzu ve her an ölme ihtimalimizin olduğunu düşünürsek, halimiz düşmek üzere olan bir uçağın içindeki yolculardan daha vahim, daha elimdi de farkında değildik.
Öyle bir dalmıştık ki dünyaya, seyir halinde olduğumuzu ve yolcu olduğumuzu da unutuyorduk çoğu kez. Hele ölüm, aklımızın ucundan bile geçmezdi. Azrail ile randevumuzun, zamanını, saatini, yerini bilmiyorduk ki…
Oysa bizi ilgilendiren ve düşündüren bundan daha önemli ne olabilirdi ki? Televizyon dizileri mi, eğlence programları mı, maç sonuçları mı? Bizim ömür uçağımız düşüyordu! Bunlardan bize ne? Vücudumuzdan hücreler koşarcasına yuvarlanıp düşerken, hasarları da yavaş yavaş hissedilir hâle geliyordu. Hastalıklar, derideki çizgiler, yıpranmalar, ağaran saçlar, ufalan kemikler… Ayrıca uçağımızın kanatlarına ilişmiş ve onları gece gündüz törpüleyerek gittikçe düşmeye hazır hale getiren bir zaman mevhumu vardı.
Evet, ömür uçağımız sür’atle irtifa kaybediyordu. Ya bir dağa çarpıp parçalanacak, biz de içinde telef olacağız, ya da ebedî saadet meydanına inecek, oradan da cennet ve Cemâlullah’ı seyredecektik. İkinci ihtimalin gerçekleşmesi ise, elimize verilen rotaya uygun bir seyir halinde bulunmamıza bağlı idi.
İşte böyle dehşetli bir haldeyiz hepimiz. Ölümü öldürmek çaresi olmadığına göre, bu yolculukta tedbirli ve uyanık olmalı, yolculuğumuzu bize ebedî bir hayat ve saadet kazandıracak kârlı bir ticaretle geçirmeliyiz. Bu kazancımızı da bizi yüzde yüz cennet bahçelerine uçuracak kârlı bir uçak
biletine vermeliyiz.
|
Mehtap YILDIRIM
05.12.2007
|
|
Muîd
Allah (c.c.), Muîd’dir. Yani hayatı tekrar iâde edendir. Allah Teâlâ—Kendi dilek ve irâdesine göre—kullarını öldükten sonra tekrar diriltecek, hayatlarını aynı ile, cismi ile, ismi ile, resmi ile, şekli ile yeniden iâde edecektir.1 Hayatın iâdesini bütün peygamberleriyle vaat eden Cenab-ı Hakkın, sözünden ve taahhüdünden dönmesi aslâ düşünülemez.2
Yer altına giren hiçbir tohumun, hiçbir çekirdeğin kaybolup gitmemesi ve yeniden hayata iâde edilmesi, Peygamber Efendimizden (a.s.m.) nakledilen3 Muîd isminin cilvelerindendir. Bir çekirdek hüviyetinde olan insan da, ölüp yer altına girdikten sonra çürüyüp gitmemekte, bilakis yeni bir hayata doğmaktadır. Cenab-ı Hakkın, kıyâmet günü insana hayatını yeniden iâde etmesi Muîd isminin bir gereğidir.
Bedîüzzaman’a göre, varlıkların ve bilhassa bitkilerin ve hayvanların sür’atle beraber çokluk içinde; kolaylık ile beraber eşsiz güzellik, maharet ve intizam içinde; ucuzluk ve karmaşıklık ile birlikte gayet kıymetlilik ve ayrı şahsiyetler içinde îcat edilmeleri, hayatlarının defalarca alınıp defalarca iâde edilmesi, ancak ve ancak bir tek Zâtın öyle bir eseri olabilir ki, o kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Yıldızlar, zerreler kadar; en büyük şey, en küçük şey kadar; fertleri hadsiz bir sınıf, bir tek fert kadar; azametli ve geniş bir kütle, az ve özel bir parça kadar; koca yer kürenin diriltilmesi, bir ağaca hayat vermek kadar; dağ gibi bir ağacın inşâsı, tırnak gibi bir çekirdek kadar Ona kolay ve rahattır.4 Bu kudret elbette haşr-i azamı bir bahar kadar kolay, bir baharı bir ağaç kadar rahat, bir ağacı bir çekirdek kadar zahmetsiz îcat ettiği gibi, bir çiçeği bir ağaç kadar san’atlı, bir ağacı bir bahar kadar mu’cizeli, bir baharı bir haşir gibi kapsamlı ve hârikalı halk etmektedir. Bu harikulâde işler, gözümüzün önünde cereyan etmektedir.5 Öldükten sonra hayatı yeniden iâde etmek, elbette böyle bir kudrete zor gelmez.
Bu âlem Sânîinin, geçip gidici ve yok olucu sevenlere râzı olmayacağını vurgulayan Bediüzzaman Saîd Nursî, âlemin yaratıcıyı zârûretle gerekli kıldığını, Yaratıcının da ebedî âhiret âleminde kullarının ve sevenlerinin ebedî hayat ve mutluluklarını istediğini kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, bu âlem sânîinin pek rahîmâne bir şefkati vardır. Yardım isteyen her musîbetzedeye gaybî olarak sür’atle yardım edilmektedir. Allah’a sığınan kurtulmakta; isteyenlerin istekleri verilmekte; en küçük canlının sesi işitilmekte ve ihtiyaçları kabul edilmektedir. Böyle bir şefkat sahibi yaratıcının, insanoğlunun en büyük, en lâzım, en zarûrî ve en şiddetli ihtiyacı olan öldükten sonraki hayatı yeniden iâde etmemesi, Cennet hayatını ve ebedî saadeti vermemesi düşünülebilir mi?6
Hâlık-ı Zîşânın, celâliyle, cemâliyle ve bütün isimleriyle bildirdiği şekilde, bütün semâvî kitaplar, bütün peygamberler ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.), hayatın yeniden iâde edileceğine ve haşrin geleceğine ittifakla hükmetmişlerdir.7
(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 119; 2- Sözler, s. 77; 3- Tirmizî, Daavat: 86; 4- Şualar, s. 145; 5- A.g.e., s. 146; 6- Mesnevî-i Nuriye, s. 37; 7- A.g.e., s. 43
|
05.12.2007
|
|
Her şey fanidir
Su misâli akıp gidiyor yıllar.
Ölümden haberdir bembeyaz kıllar.
Bundan ders alır akıllı kullar.
Dünya bâkî değil fanidir elbet.
Şimşek gibi geçer durmuyor zaman.
Bırakıp gidiyor sevdiğin her can.
Gaflet uykusundan hiç durma uyan.
Hayat baki değil fanidir elbet
Sel gibi yıkarak geçiyor zaman.
Tâkatin kesilir kalmıyor derman.
Bekaya çalış der; İlâhî ferman.
Dünyanın her şeyi fanidir elbet.
Beden binasından her gün düşer taş.
Viraneye döner hep yavaş yavaş.
Yıllar geçip gider bitiverir yaş.
Vücut bâkî değil fânîdir elbet.
Vücudunu vatan edinir maraz.
Fanisin diyerek ediyor ikaz.
Gaflet uykusundan uyarır biraz.
Dünyadaki her şey fanidir elbet.
Hazret-i Âdemden beri insanlık,
Dünyada duruyor sanki bir anlık.
Dünya, ahirete ait fidanlık.
Gördüğün herbir şey, fanidir elbet
Bekaya tebdilin çaresi vardır.
Rıza-i İlâhî en büyük kârdır.
Günahlar sinede çok büyük bârdır.
Yaptığın her amel bâkîdir elbet.
Nefis ve malını satın Allah’a
İttiba ediniz Resûlullah’a
Tüm bunların hepsi biçilmez baha.
Allah için olan, bâkîdir elbet.
|
Mehmet KOVANCI
05.12.2007
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
Bir talebesi Bayezid-i Bestami (k.s.) Hazretlerinden keramet talebinde bulundu.
Hazret-i Bayezıd:
“Biz onu çoban Abdullah’a verdik. Git sana göstersin” dedi.
Bu talebe çobanın yanına geldiğinde, baktı ki, çoban elindeki çomağı kırıp, sağa sola dikiyor. Çomaklar birden bire bağ olup üzüm vermeye başlıyor.
Çoban ardından bu talebeye diyor ki:
“Şu sağımdaki beyaz üzüm benim amelim, şu siyah üzüm de senin amelindir.”
Talebe o anda, sürü etrafında gezen ve koyunlara ziyan vermeyen kurtlar da gördü. Şaşkınlığını bir süre üzerinden atamadı. Neden sonra dedi ki:
“Aaaa! Kurtla koyun barışmış burada! Bu ne zaman oldu?”
Çoban gayet sakin:
“Allah ile çobanın barıştığı zaman” diye cevap verdi.
|
05.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|