Üniversite eğitiminin önünü açmak ve problemlerine çare bulmak için çalışması gereken Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) bu güne kadar tam tersini yaparak, sürekli problem çıkaran bir kurul olarak varlığını sürdürdü. Çünkü, YÖK’ün kuruluşunda iyi niyet yoktu ve başka bazı ‘kurum’lar gibi bu kurul da 12 Eylül ihtilâlinin ürünüydü!
Nasıl ki 12 Eylül ihlilâlinin bir diğer ürünü olan ‘1982 Anayasası’ Türkiye’nin dertlerine çare olamamışsa, aynı şekilde yüksek öğretimi ‘düzen’e sokmak için oluşturulduğu ifade edilen YÖK de dertlere çare olamamıştır. Bu o kadar tartışmasızdır ki, ‘dost ve düşman’ bu konuda itirafta bulunmuştur.
YÖK’ü sadece kişilerle irtibatlı olarak düşünmemek gerekir. Meselâ önümüzdeki günlerde YÖK Başkanı değişecek. Kimileri bu değişiklik sonrasında işlerin düzeleceğini düşünebilir. Ancak ‘gelen’in ‘giden’i aratması ihtimalini de akıldan çıkarmamak gerekir. Çünkü YÖK sistemi başından itibaren iyi niyetle kurulmamış, aksine ‘ihtiyaç anında’ yeni engeller tesis etmek için oluşturulmuştur.
YÖK’ün yanlış icraatı sadece başörtüsü yasağını tesis etmek ve sürdürmek değildir. En az onlar kadar başka yanlışlara da imza atılmıştır. Dünya ilim çevrelerinde yeterince söz sahibi temsilcilerimiz yoksa, bunun sorumlusu YÖK olmalıdır. Gerek üniversite rektörlerinin tayininde ve gerekse öğretim üyelerinin istihdamında çok sayıda yanlış uygulamalar yapılmıştır.
Gazetelere yansıyan ve sonradan tekzip edilen bir habere göre, YÖK’ün ‘eşi çarşaflı’ dediği bir rektör adayı bekâr çıkmış. (Zaman, 3 Aralık 2007) (Cumhurbaşkanı Gül, sözlerinin yanlış aktarıldığını, YÖK de cumhurbaşkanlığına böyle bir ‘bilgi notu’ gönderilmediğini açıkladı.)
YÖK bu iddiayı yalanladı, ama benzer ‘yanlış’lar geçmişte yapılmıştır. Bazı öğretim üyeleri ‘yalan/yanlış’ iddialarla akademik kariyerlerinde engellenmiştir.
‘Rektör adayının eşi çarşaflıdır’ bilgi notunu YÖK göndermediyse kim gönderdi? Cumhurbaşkanlığını yanıltmak isteyen kişi ya da kişiler tesbit edilmeli değil midir? Bu ‘bilgi notu’nu hazırlayanların bir müeyyide ile karşı karşıya kalması gerekmez miydi?
YÖK’ün yanlışlarından kurtulmak isteniyorsa, sadece başındaki ismin değişmesine odaklanmamak lâzım. Önemli olan kişilerin değil, ‘sistem’in değiştirilmesidir. Ve bu güne kadar unutulan YÖK mağdurlarının hakları da bir şekilde iâde edilmelidir. Gerek öğrenci ve gerekse öğretim üyesi seviyesinde kimler mağdur edilmişse, mutlaka hakları iade edilmelidir. Aynı şekilde, devlet imkânlarını kullanarak öğrenci ya da öğretim üyelerini mağdur edenler her kim ise onlara kanun önünde hesap sorulmalıdır.
Bu yapılmadığı ya da yapılamadığı sürece, YÖK’ün başındaki ismin değişmesiyle meseleler halledilmiş olmaz. Bütün 12 Eylül uygulamaları gibi, YÖK uygulamaları da sona ermeli.
Yanlış yapanların yanında, yaptıkları ‘kâr’ olarak kaldığı sürece gerçek adalet temin edilmiş olmaz. Oysa, hepimizin bildiği gibi, adalet ‘mülk’ün temelidir! Lütfen, temellerin sağlam olmasına çalışılsın...
05.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|