Eksiklerimizi değil de fazlalıklarımızı düşündük mü hiç hayatımızda? Diyojen’i tanırsınız belki. Hani kendisine ihsanda bulunmak isteyen, ve ‘Ne istersen yapayım’ diyen Büyük İskender’e, ‘Gölge etme başka ihsan istemem’ diyen filozof. Kuyruğuna bağlanmış tenekenin peşinde koşturup duran kedi misâli, modernizmin ürettiği ihtiyaçların peşinde koşturmaktan yorgun düşen ve hiçbir zaman eksiği bitmeyen günümüz insanına, 2400 yıl öncesinden ders verircesine ‘Hayatımda fazla olan neler var?’ diye sorgulayan bir düşünür. Sahip oldugu eşyalar, değnek, torba, fıçı, fener ve maşrapa. Evi fıçısıdır zaten. Zenginliğini belki de fıçısına düşen güneş ışığıyla ölçmektedir. Herhalde bunun için sadece güneşinin önünden çekilmesini istemişti İskender’den.
İşte bu filozof, günün birinde pazara gidip, etrafta satılan bir sürü şeyi görünce şöyle bağırır: “İhtiyacım olmayan ne kadar da çok şey varmış!” Yine başka birgün avucuyla su içen bir çocuğu görünce, maşrapasını da atar elinden. ‘Bu çocuk bana hâlâ fazla eşya taşıdığımı öğretti’ der.
Bugün artık aşina olduğumuz devasa alışveriş merkezlerini her gördüğümde Diyojen gelir aklıma. Günümüzde yaşıyor olsaydı, belki de ihtiyacı olmadığı halde biraz daha ucuza bir ürün almak için bu merkezlerin önünde geceyarısından kuyruğa giren, raflara saldırırken birbirlerini ezen insanları görseydi, acaba nasıl bağırırdı diye merak ederim.
Günümüz dünyasında inananlar için en büyük imtihan, hayat tarzları üzerinden gerçekleşiyor. Gelişine yaşanıyor artık hayatlar. Çok fazla sorgulama ihtiyacı hissetmeden.
Bir yazarın belirttiği gibi artık ehl-i dünya, ehl-i iman ayrımı, anlamını hemen hemen yitirmiş durumda. Çünkü herkes bir şekilde dünyevîleşmiş durumda malesef.
Kapitalist hayat anlayışına göre ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklarsa sınırlıdır. Bundan ötürüdür ki, günümüz insanı ihtiyaç esiri, tüketim zavallısı bir varlığa dönüşmüş durumdadır. Oysa gerçek, bunun tam tersidir. Yani ihtiyaçlar sınırlı, kaynaklarsa sınırsızdır. İki bin yıl öncesi düşünürlerinden Seneca, şöyle der: ‘Samandan bir dam hür adamları barındırırdı; şimdi mermer ve altın tavanlar altında bir köle sürüsü yaşıyor.’ Bugünkü insanlık da gökdelenler, plazalar, bankalar, lüks alışveriş merkezleri içerisinde ücretli kölelik hayatını yaşıyor aslında.
Bediüzzaman, Sözler adlı eserinde, dünyanın üç yüzü olduğundan bahseder. Cenâb-ı Hakk’ın esmâsına bakan birinci yüzünün ve ahirete bakan ikinci yüzünün muhabbete lâyık olduklarını söylerken, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan üçüncü yüzününse nefrete lâyık olduğunu belirtir. Nitekim kendisi de, dünyanın ilk iki yüzüne nazar eden, söylediği gibi yaşayan, bütün eşyasını bir sepette taşıyabilen ve üçüncü yüzü itibariyle dünyayı küçümseyebilen biriydi.
Bugün Bediüzzaman gibi bütün eşyamızı bir sepette taşımak veya Diyojen gibi fıçıda yaşamak mümkün değil belki ama en azından onlardan ders alarak, ara sıra da olsa hayatımızda nelerin fazlalık olduğunu, ihtiyaç kavramının hayatımızdaki anlamını düşünmeliyiz kanaatindeyim.
Unutmayalım ki, çok az şeye sahip olan değil, çok şeyin özlemini çeken insan fakirdir.
05.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|