Başbakan’ın her başörtüsü yasağı mağduruna telefonla tesellî vermesi, âdeta yeni bir “politik moda” oldu. En son “öğretmenler günü”nde kompozisyon birincisi Fatma Kütük’e sırf başörtülü olduğu için ödülünün verilmemesi üzerine telefona sarıldı, âileyi arayarak “tesellî” etti...
Beş yıldır tek başına iktidar olan Erdoğan, “tek başımıza iktidara geldiğimizde yasağı kaldıracağız” diyemeyeceğine göre, “tesellî telefonu”nda neyi söylediği doğrusu merak konusu.
Ancak dört yıl boyunca anayasayı dahi değiştirecek güce sahip olmanın ardından içinden istediği bir ismi cumhurbaşkanı yaparak tek başına siyasî iktidar olmanın gereğinin meseleyi bir “telefon tesellisi”yle geçiştirmek olmadığı ortada...
Oysa Ankara’nın özellikle inanç özgürlüğünde elinde çokça gerekçesi var ve bundan imtina edilecek hiçbir kayda değer engel yok.
Sahi, özelleştirme ihâlelerinde Avrupa Birliği uyum yasalarını ileri süren hükûmet, neden her ilerleme raporunda açıkça ifâde edilen “vatandaşların inançlarının gereğini yaşamasının kolaylaştırılması” kriterini ileri sürmez?
Bu arada Cumhurbaşkanı Gül’ün çıkıp “bu not bana YÖK’ten iletilmedi” demesi ve Teziç’in giderayak “YÖK’ten böyle bir notun gönderilmediğini” söylemesi, sanki asıl problemin çözüldüğü gibi lanse edildi!
Sahi, Çankaya’ya iletildiği söylenen atanacak bir rektör hakkındaki “eşi çarşaflı” notuna indirgenen Yüksek Öğrenim Kurulu meselesi ne oldu? En başta 2002’de hükûmet programında, ardından AKP’nin “Âcil Eylem Plânı”nda söz verilen YÖK’ün demokratikleşmesinden vaz mı geçildi?..
* * *
Her ne kadar 22 Temmuz seçimlerinde YÖK’ün düzeltilmesinden ve içinde imam hatiplerin de bulunduğu meslek okullarının “katsayı haksızlığı”nın giderilmesinden bahsedilmese de, siyasî iktidar seçim meydanlarında, bütün bunların yeni cumhurbaşkanıyla çözüleceğini söyledi. Bu vaad, kahve nutuklarında, siyasî propaganda sohbetlerinde hep dile getirildi. Alttan alta millete söz verildi...
Ne var ki yasadışı başörtüsü yasağı bütün antidemokratik dayatmasıyla duruyor. Hâlâ yüzlerce, binlerce öğrenci hiçbir yasal dayanağı olmayan bu dayatmadan dolayı hak kazandıkları okullarına alınmıyor.
En çarpıcısı da yasadışı yasak, şaşırtılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve AB’ye isnad ediliyor. Halbuki bütün dünya biliyor ki Blair’den sonra Bush’un Avrupa’daki en sâdık dostu “AB içinde ABD’nin truva atı” ifsadını üstlenen Selânikli Sarkozy gibiler hâriç, AB karar mekânizmalarında dinî vecibelerle takılan başörtüsüne en ufak bir itiraz yok.
Tam tersine, “Leyla Şahin dâvâsı”nda AKP hükûmeti, başörtüsünün “laikliğe aykırı” ve “siyasî sembol” olduğunu iddia edip “gerginlik sebebi” saydı.
Dışişleri, ne devletin resmî ve anayasal ilgili kuruluşu olan Diyanet’in başörtüsünü “Kur’ân’ın emri” ve “dinî bir vecîbe” olduğunu beyân eden açık fetvalarına, ne de AB’nin demokrasi ve özgürlük değerlerine, Kopenhag kriterlerinde öncelikle teminat alınan temel hak ve hürriyetlere hiçbir atıfta bulunmadı.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, “devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” hükmünü hatırlatmadı...
* * *
Oysa Alman hükûmetinin göç, mülteci ve uyum işlerinden sorumlu Bakanı Marieluise Beck’den “Kemalizm AB’ye engel” diyen Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Arie Oostlander’e, İtalya İçişleri Bakanı Guuseppe Pisanu’dan Keza Alman hükûmeti insan hakları sorumlusu Claudia Roth’a kadar bütün AB yetkili ve temsilcileri, “İslâmî kültürel kimliği temsil eden başörtüsü, saygı görmeyi hak eden bir semboldür” diyorlar.
“Başörtüsü yasağı farklı bir dini dışlayıp okul huzurunu ve uyum çabalarımızı zehirliyor” ikazını yapıyorlar. Başörtüsüne yasağının AB hukukuna aykırı olduğunu belirtiyorlar. Dahası “dinî sembollerin okullarda yasaklanmasının geriye gidiş ve asıl irtica olduğu” uyarında bulunuyorlar.
En son AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, AB’de din ve ifâde özgürlüğünün temel prensip olduğunu, demokrasiye saygılı dindarlığın Avrupa perspektifine tamamen uygun olduğunu açıkladı...
Ne yazık ki Başbakan ve AKP hükûmeti, bütün bu gerekçelerle yasağın üzerine gitmek; Fatma Kütük’e “birincilik ödülü”nün verilmesini engelleyen yöneticileri uyarmak yerine, öğrenciyi arayıp “tesellî” ediyor. İş mizahî üslubuyla “bir tesellî ver” nakaratına dönüşüyor! Yine “bildik” kırılgan politikalarla...
Peki bu “kırılgan politikalar” ne zamana kadar devam edecek? Mesele, Türkiye’nin biran an evvel yasaklardan kurtulup hukuk devleti vasfına kavuşması ve özgürlüklerle demokratikleşmesi mi, yoksa AKP’nin halktan çok oy alıp iktidar nîmetinin başında kalması mı?..
Hangisi önemli?
08.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|