Sigaranın zararları, saymakla bitmeyecek kadar çok.
Bu açık gerçeği, tiryakilerin kendileri de biliyor.
Sadece, ekseriyetin bilmediği acı gerçek şu: Özellikle fabrikasyon türü sigaralarda, kerih olan tiryakiliğin yerini dehşeti uyandıran "bağımlılık" marazı almış durumda.
Bunun farkında olan doktorların bir kısmı, bilhassa ameliyatlık hastalarını önce sigarayı bırakması için uyarıyor. İçmeye devam etmesi halinde ise, onu ameliyat etmekten vazgeçiyor.
İngiltere'de giderek yaygınlaşan bu uygulama, dünyanın başka ülkelerinde de revaç buluyor.
Halen Amerika'da bulunan dünyaca tanınmış kalp uzmanı Türk doktor Mehmet Öz de, bu yönde kararlı olduğunu ifade ediyor. Yani, sigarayı terk etmeyen hastalarını ameliyat etmiyor, tedâvisiyle ilgilenmiyor.
Bazı kimseler, bu tarz bir anlayışı, yaklaşımı yadırgayabilir.
Ancak, herşeyde olduğu gibi, merhamet etmekte de bir sınır olduğunu bilmek ve kabul etmek lâzım.
Zira, birçok kimse, zararını bile bile sigara içiyor.
Zarara rızasıyla girene ise, merhamet edilmez ve o zararın lehinde olacak şekilde ona yardımcı olunmaz.
Esasında, İlâhî merhameti aşmaya meyyal olacak bir yaklaşımdan, merhamet değil, ancak maraz çıkar.
Şapka takanların sayısı
Ne iştir bilinmez, kadınların kıyafetiyle, bilhassa örtünme tarzlarıyla çok uğraşılıyor.
Üzerinde anketler, araştırmalar, tartışmalar, yerli yersiz yorumlar yapılıyor, falan... İyi de, niçin erkeklerin bu yönüyle ilgilenen olmuyor.
Üstelik, orta yerde erkeklerin kıyafetini belirleyen ve bilhassa memur kesimin giymesi şart koşulan bir "Şapka Kànunu" maddesi var. Oysa, kadınların kılık–kıyafetine dair herhangi bir kànun maddesi falan yok.
Biliyorsunuz, ciddiyetten uzak bir araştırmaya göre, son yıllarda türban takan hanımların sayısı dört kat artmış imiş. Ve işte görüyorsunuz, bunun üzerinde kopartılan fırtına durmak–dinmek bilmiyor.
Demek ki, işin içinde başka türlü niyetler var: Bakın, meselâ erkeklerin şapka giyme oranı, zorunlu kànuna (1925) rağmen, dört kat değil, en az dört yüz kat azaldığı halde, söz konusu araştırmacıların umurunda bile değil.
Onlar, bir kere "türban"a dolanmışlar, hanımların başörtüsüyle uğraşıp duruyorlar.
Onlara şunu teklif ederiz: Seksen iki yıldır yürürlükte olan ilgili kànuna rağmen, şapka giyme oranı neden geriliyor? Ne oranda geriliyor? Başına şapka dışında başka türlü kıyafet (bere, külâh, kalpak, vs.) takanların oranı nedir ve bunun sebepleri nelerdir?
GÜNÜN TARİHİ 8 Aralık 1923
İstiklâl (İstibdat) Mahkemeleri
Meclis'te, İsmet Paşanın teklifiyle "İstanbul İstiklâl Mahkemesi"nin kurulmasına karar verildi.
Gerekçe, yahut bahane olarak da, Ağa Han ve Emir Ali imzasıyla yazılan bir mektubun bazı gazetelerde yayınlanması gösterildi.
Meşhûr "Aliler"in denetim ve yönetiminde kurulan ve özellikle Halk Partisi zihniyetine muhalif görünen kimseleri tesbit edip yargılayan bu mahkeme, sayısız mâzlumun canına kıymakta tereddüt dahi göstermedi.
Yakın tarihin karanlıkta kalmış bir dosyası
Ankara merkezli olmak üzere, 8–10 kadar vilayette de şubesi bulunan bu mahkemeler, başlangıçta hainler ve kànun kaçaklarını âcilen cezalandırmak üzere faaliyet gösteriyordu.
Cumhuriyetin ilânından sonra ise, bu mahkemeler, daha ziyade "devrim yasalarına" karşı çıkan, çıktığı varsayılan, hakkında şikâyet yahut ihbar bulunan, hatta tek parti zihniyetini paylaşmayan muhalif fikirli kimseleri dahi en ağır şekilde cezalandırmaya, hatta ortadan kaldırmaya yöneldi.
Zamanla Meclis denetiminden çıkan ve sayısız mâsumun da kanına giren bu vahşi kuruluşu, aslında "İstibdat Mahkemeleri" şeklinde isimlendirmek daha doğru ve çok daha gerçekçi (rasyonel) bir yaklaşım tarzı olur.
Zira, İstiklâl Mahkemeleri 1927'de resmî olarak kapatılmış olmasına rağmen, mâsumları idamla yargılayan ve kararları kısa sürede infaz edilen benzer mahkemeler kurulmuş ve faaliyetleri tek parti döneminin sonuna kadar devam etmiştir.
Dolayısıyla, Cumhuriyet'in ilk 27 yılını içine alan özellikle idam kararlı uygulamalar için "İstibdat Mahkemeleri" tâbirini rahatlıkla kullanabiliriz.
Buna itirazı olanlardan da, evvelâ şu suâllerin cevabını isteriz:
1) 27 yıllık tek parti rejimi döneminde, idam edilen vatandaşların sayısını biliyor musunuz? Hatta, bu yekûn sayı hakkında bir tahminde dahi bulunabilir misiniz?
2) İdam edilen, yahut ağır cezalara çarptırılan vatandaşların suçu neydi? Kim hangi gerekçeyle cezalandırıldı? Bunun bir dökümünü yapmaya istekli, yahut muktedir misiniz?
3) Düşman birlikleri yurdumuzu terk ettiği ve ülkenin barışını, huzurunu tehdit edecek boyutta hiçbir faaliyet sergilenemediği halde, bugün çok komik karşılanan birtakım bahanelerle yapılan sayısız idamlar hakkındaki fikriniz nedir?
Sonuç: Muhataplarımızın, birinci ve ikinci suâle cevap verebileceklerini hiç tahmin etmiyoruz. Üçüncü suâle ise, şimdiye kadar genelde hep "İdamlar iyi olmuştur" dedikleri için, ne yazık ki "ümitsiz vak'a" görünümünden kurtulabilmiş değiller. Dileriz, bir an evvel kurtulsunlar ki, yakın tarihimizi onlarla da rahatça konuşup tartışabilelim.
08.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|