AKP’li Burhan Kuzu birkaç gün önce “Başörtülü kadınların siyaset yasağı kalkar diyemem, ama başörtülü kızların üniversitede okumalarının önündeki engelin kalkması için yeni anayasada açık düzenleme olacak” dedi.
4 Aralık tarihli gazetelerin çoğunda yer alan bu açıklama, AKP’nin üniversitelerdeki başörtüsü yasağını anayasaya özel bir madde koyarak kaldırma ısrarını sürdürdüğünü gösteriyor.
Gerçi Kuzu’nun bilâhare “Keşke anayasaya yazmadan çözebilsek” gibi bir beyanı da oldu.
Bilindiği gibi, bu konuda AKP şimdiye kadar inişli çıkışlı bir zikzak çizgisi takip etti. Konu anayasa taslağını hazırlayan akademisyenler heyetine atfen ilk kez gündeme geldiğinde parti üst yönetiminden Dengir Fırat gibi isimler “Anayasa yönetmelik değil” diyerek karşı çıktılar.
Sonra, TÜSİAD’ın, Rektörler Komitesinin, Yargıtay Başsavcısının ve tabiî ki medyanın oluşturduğu bir “red cephesi” arz-ı endam etti..
Böyle olunca Başbakan Yardımcısı Çiçek’in TÜSİAD’cılara “Yeni anayasada kılık kıyafete dair bir madde olmayacak” taahhüdünde bulunduğu ve AKP’de “Bu işi anayasa ile değil, YÖK ve rektörler kanalıyla çözmek daha uygun olacak” tavrının ağır bastığı haberleri geldi.
Kısa bir süre sonra da anayasa çalışmalarının “rölanti”ye alındığı açıklaması yapıldı ve ardından terör, sınırötesi harekât tartışmalarına odaklandık.
Şimdi, iki aylık bir fasıladan sonra anayasa konusu tekrar ısıtılıyor. Taslağın ay ortasında açıklanması beklenirken, başörtüsü meselesi yine tartışmanın bir parçası haline gelecek gibi görünüyor.
Peki, AKP cenahında sorunu üniversitelerle sınırlı olmak üzere anayasa ile çözme fikrine tekrar geri dönüldüyse sebebi ne olabilir?
Teziç’in süresinin dolmasından sonra YÖK engelinin de ortadan kalktığı mı düşünülüyor?
Öyle olup olmadığı henüz belli değil, ancak diyelim ki öyle olsun. Ama diğer engeller ne olacak? Meselâ Yargıtay Başsavcısının “uyarı” olarak yorumlanan açıklamasıyla ortaya koyduğu konum, TÜSİAD’ın katı tavrı, kartel medyasının bilinen negatif yaklaşımı nasıl aşılacak?
Ve hepsi bir tarafa, askerin bu konuda daha da sertleştiği görülen keskin tutumu ne olacak?
Anlaşılan, AKP’deki değerlendirme şöyle:
“27 Nisan’da engellendik, 22 Temmuz’da daha da güçlenerek bu durumu aştık. Gül’ü cumhurbaşkanı seçmemize karşı çıkıldı, onu da başardık. YÖK’ün başına uygun bir isim gelecek. Bu arada Anayasa Mahkemesinin başkanlığına özgürlüklerden yana bir kişi seçildi. Dolayısıyla, çözümün önünde çok fazla bir engel kalmadı.”
Bu tablo, AKP’nin beş yıldır yokluğunu çözümsüzlüğün en önemli gerekçesi olarak gösterdiği “kurumsal mutabakat”a yaklaşıldığını mı gösteriyor? Eğer öyle ise medyanın bir kesiminde yeniden depreşen provokatif yayınların anlamı ne? Ya da Kozan ve Erzurum’daki ödül törenlerinde yaşanan üzücü hadiselerde askerlerin ön plana çıkmasını nasıl okumak lâzım?
İşin doğrusu, giderek daha da hassaslaşan ve dolayısıyla her çeşit provokasyona daha da açık hale gelen bu konudaki yasak dayatmasını “karşı dayatma” olarak çarpıtılmaya müsait perakendeci yöntemlerle anayasa üzerinden çözme girişimi şu aşamada da isabetli görünmüyor.
08.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|