Bilfiil görüşüp görüşmediğimi hatırlamıyorum. Ama gazeteler vasıtasıyla sürekli fikirlerine aşina olduğum bir zattı. Mısır İslâmî İşler Yüksek Konseyi Başkanı merhum Abdussabbur Marzuk’tan bahsediyorum. Marzuk öteki ve ötekilerin diyarına göçmüş. Şarku’l Avsat gazetesinde Marzuk’un ölümüyle ilgili yayınladığı yazıda ilginç görüşlerine yer veriyor. Bunlardan birisi yekpare İslâm ümmeti vurgusudur. Bu husustaki gazetenin yorumu şöyle: “Müslümanlar arasındaki birlik bağlarını teyid eder, hilâf, fırka ve Müslüman ümmetin varlığını zayıf düşüren mezhep fitnelerini terke çağırırdı. Bütün Müslümanların ve bu meyanda Arapların tamamının geleceğinin tehlikelerle dolu olduğunu söyler ve önlerinde tek seçenek bulunduğunu ifade ederdi. Birlik, birlik, birlik. Kur’ân’da ifade edilen ümmet kavramını esas almak, bunu işletmeye ve kuvveden fiile çıkarmaya gayret etmek. Sünnî ve Şiilerin yakınlaşmasını ve mezhebî ihtilâflarını bir kenara iterek aralarında güçlü bir itthad ve birlik oluşturarak onunla meydan okumalara karşı durmalarını isterdi.”
Hepimizin altına imzasını atacağımız ifadeler bunlar. Gerek Bediüzzaman, gerekse Ayetullah Humeyni de aynı şeyleri söylemiş. Meselâ Bediüzzaman: “Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir...” demiş. Ayetullah Humeyni de hemen hemen aynı şeyleri söyler.
***
Fakat bunun gerçekleşmesi için başta samimî bir arayışa ihtiyaç vardır. Altının doldurulması ve niyeti gayretin beslemesi gerekir. İkincisi, bazı tarihî yanlışların elenmesi ve doğru yöntemin bulunmasıdır. Aksi takdirde, birlik birlik diye havanda su dövmek mümkündür. Hatta tam tersi tefrikaya düşmek mümkündür. Zira kötü niyetle zemin kazanmak maksadıyla yapılacak iyilik çağrıları istismarla tefrikayı daha da besleyecektir. Ayrıca teorik zemini pratik uygulamalar da desteklemelidir. Aksi takdirde, güvensizlik doğurur. Tam da Marzuk’un bu ifadelerinin yer aldığı gün Tehran Times’da (3/2/2008) Halilzad’ın bir ifadesi vardı: “İran’ın bölgesel düşmanlarını temizledik ve önünü açtık...” Başlığı aynen şu: “U.S. envoy: Irak gained from U.S. İnvasions” yani İran Amerikan işgallerinden kazançlı çıkmıştır. Ve fiilen de bu işgallere katkıda bulunmuştur ve halen müttefikleri vasıtasıyla Irak’ta katkıları devam etmektedir. Halilzad, İran’ın Irak ve Afganistan’da temel rakiplerini bertaraf ettik diyor. Bunlardan birisi Saddam Hüseyin, diğeri de Taliban idi.
Halilzad’dan önce Hatemi’nin yardımcılarından Abtehi ile bizzat Hatemi ve Rafsancani de Körfez gezilerinden birisinde aynı şeyleri söylemişti. Bu durumda özle söz birbirini tutmamaktadır. İran kendisini mutlak haklı yerine koymakta ve dolayısıyla rakiplerine karşı yaptığı herşeyi meşrû addetmektedir. Halbuki birlik iki farklı taraf arasında olur. Siz karşı tarafı müstakil bir varlık olarak görmüyorsanız orada birlik değil tebeiyet olacaktır. Dolayısıyla burada yöntem ve samimiyet meselesi var. İran Cumhurbaşkanı Nejad belki de komşu ülkeler arasında Bağdat’ı ilk ziyaret edecek cumhurbaşkanı olacaktır. Zaten sürekli olarak Tahran Irak’ın ‘taifi’ yönetiminin siyasî eşiği haline geldi. İki kocalı Hürmüz gibi. Diğer eşik de ABD’dir. Irak, İran’ın kutsal Şiî eşiklerini ve beşiklerini barındırırken bu defa kendisi de Irak’taki Taifistan anlayışının siyasî eşiği oldu.
***
Nejad’ın ziyaret tarihinin açıklanmasının hemen ardından Maliki hükümeti ABD ile pakt kuracaklarını ilân etti. ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Ryan Crocker, Ocak 2008’de Reuters ajansına verdiği demeçte, böyle bir paktın yıllar, hatta on yıllar boyunca ikili ilişkilerin çatısını belirleyeceğini belirtmişti.
İran 2007 yılında Mevlânâ ihtifalleri dolayısıyla Mevlânâ’ya da sahip çıkmak istedi. Halbuki Kültür Bakanlığı Mevlânâ’nın fikirlerinin ve tasavvuf anlayışının kendilerine yabancı olduğunu açıkladı. Peki öyleyse neyin bereberliğini kutluyorlar veya nesine sahip çıkıyorlar? Aynı şekilde İran Meşhed’de 2008 yılı içinde Türkiye’deki bazı kurumlarla birlikte Hacı Bektaşi Veli konferansı tertip etmek istiyor. İran’ın Hacı Bektaşı Veli gibilerine sahip çıkması Alevî kesimlerle köprü kurma amacına matuf olabilir. Bu da Yavuz’un kestiği sürecin Türkiye üzerinden tamamlanması projesidir. Dolayısıyla, iyi niyetli olalım, ama ihtiyatı da elden bırakmayalım. Bazen yöntem yanlış olunca insan kaş yapayım derken göz çıkartabilir.
05.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|