Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Şükrü BULUT

Osmanlı'da mektep medrese çekişmesi



Osmanlı’da medresenin tahtına mektebin geçirilişi Tanzimatla başlıyor. Mekteb-i İbtidaiyye’den Hendese-i Hümayuna kadar tesisini tamamlayan mektebe karşı, medreseden bilinçli olarak fen ilimlerinin çıkarılışının ve klâsik dinî ilimler ile başbaşa bırakılışının sebep ve tarihçesi, hakikaten uzun araştırmaların konusudur. Bu saha ile ilgilenen araştırmacılarımızın makaleler ve tebliğler halinde neşredilen irili ufaklı eserlerinin dışında, ülkede yenilik hareketlerinin fermanlarda zikredildiği zamandan, Osmanlı’nın gurubuna kadarki dönemi bitamamiha aydınlatacak bir eser henüz telif edilmedi.

Bediüzzaman Hazretleri, “Risâle-i Nurlar medreseden çıktığından, evvela ehl-i medrese sahip çıkmalı” diyor. Henüz sekiz, on yaşlarında tedrise başlayan Molla Said’de medresede talimden ziyade bir muslih haliyle karşılaşıyoruz. Zamanın hurafeler şeklinde medresenin üzerine boca ettiği yanlış uygulamayı mütemadiyen sorgulayan ve hatalı cihetlere itiraz eden Seyda’nın, saadet asrıyla kucaklaşacak medrese projesinin, nüveler halinde, henüz on iki yaşında iken dünyasına düştüğünü Tarihçe-i Hayatı’ndan öğreniyoruz. Hantal, ezberci, izzet-i ilmiyeye namünasip, tefekkürü inciten, taassuba giriftar ve hayattan kopuk o günkü medresenin ıslâhı fikrinin hiçbir zaman Bediüzzaman’ın hayatından çıkmadığını ‘ahir-i hayat’ındaki icraatlarından ve devletin üst kademesi ile olan yazışmalarından anlıyoruz.

Bediüzzaman’ın müştak olduğu ‘Medrese Projesi’ onu padişahla karşı karşıya getirse, idam ve sürgünlere giden dehşetli yolları gösterse ve nihayet akıldan istifa edenlerin diyarına düşerse de, o; Medreset’üz Zehra namını verdiği meşhur medresesinin peşi sıra Urfa’daki son demine kadar koşacaktır. Ahir zaman fitnesinin dehşetli hançerleri ile vefat eden tekyenin müdafaası gibi, Âlem-i İslâm medreselerinin müdafaa ve mücadelesi de Bediüzzaman’a kalmıştır. Osmanlı Devleti mektebin ‘nifak cereyanı’ ile işbirliği sonucu malûm hanedanca öldürülünce, Bediüzzaman Anadolu’nun merkezindeki meşhur ‘mezar taşına’ çıkar, bir taraftan hilâfetin ve saltanatın, diğer taraftan tekye ve medresenin akıbetlerine uzun süre göz yaşı döker.

Şu ayrıntıyı da vermeden geçmek istemiyoruz. Bediüzzaman Hazretleri uzun süre mecbur edildiği hapishane ve zindanlara ‘Medrese-i Yusufiye’ dediği halde Abdülhamid’e Şark Darülfünûnu müracaatı neticesinde düşürüldüğü Toptaşı Tımarhanesi ile Selaniklilerin tuzaklarıyla tutuklandığı 31 Mart mevkufiyetine ‘Mektep’ diyor. Yukarıda da arz ettiğimiz gibi, ‘Mekteb’i genel anlamıyla menfî görmüyoruz. Felsefenin Kur’ân’la barışık olan ve olmayanı nasıl ikiye ayrılıyorsa, Mektebin de Kur’ânî ilimlerle nurlanan ve nurlanmayan diye ayrılması gerekir. Kastamonu’da, lise talebelerine verdiği dersi Meyve Risâlesinde neşrederken de Üstadımız bu hususa açıklık getiriyor. Bediüzzaman’ın gaye-i hayali Medreset’üz Zehra’nın mahiyetini anlatmaya çalışan; pedagojik, didaktik ve metodik olarak fen ve din ilimlerinin mecz olmuş haliyle verilmesi öngörülen bu projenin mânâsını izaha gayret eden eserler az da olsa meydana çıkmaya başladığından, hadisenin bu cihetini ilgililere bırakıyoruz. Toptaşı Tımarhanesi’nde bile, Leyla gibi peşini bırakmadığı ve başhekime ders verdiği medresenin maddî boyutlarla sınırlı olmadığını müteaddit defalar anlatmaya çalışır. Fatimî’lerin Fatımat’üz Zehra’ya atfen Kahire’deki meşhur medreseye ‘El-Ezher’ demeleri gibi, Bediüzzaman Hazretleri de sarihan bu alâkayı beyan etmese de, hadiseye ‘mesleğimizde Âl-i Beyt muhabbeti esastır’ adesesinden baktığımızda, yine ismen mü'minlerin annesine izafeti söz konusu oluyor. İsmin müennes, yani dişi olarak kullanılması da dikkatimizi çekiyor. Zira terbiye daha ziyade mürebbiyelerin işidir. En büyük mürebbiye annelerdir. Mü'minlerin sevgili validesine ismen alâka bu noktadan gelebilir. Ayrıca Bediüzzaman’ın Medreset’üz-Zehra’sına Cami’ül Ezher’in kız kardeşi ifadesi de bu mânâya kuvvet veriyor. Günümüzde, Ürdün’ün bizzat ‘Al-i Beyt Üniversitesi olarak kurduğu üniversitenin de çok güzel ve hayırlı çalışmaları olduğu halde, mahiyet olarak söz konusu ‘medreseden’ hayli uzak kaldığı kanaatindeyiz.

Tanzimatla birlikte Reşit Paşa’nın kolundan tutarak medresenin önüne geçirdiği mektebin resmiyetiyle birlikte, İslâm âleminde ‘ikili sistem’ başlamış oluyordu. Avrupaperestlerin, müsteşrik ve müstagriplerin ortak çalışmalarıyla süreç, mektebin hayatına ve medresenin mematına doğru işlemişti. Onun katlini ve terekesini yağmalayan hadisenin ise harf inkılâbının yanlış tatbiki olduğunu burada belirtmek lâzım. Mektep ile Medrese rekabet içerisine girmeden yaşayamazlar mıydı? Ülkenin ve bilhassa insanımızın ikisine de ihtiyacı yok muydu? Bin senelik bir birikimin bir gece içerisinde dünyanın en dehşetli ve derin okyanusunun dibine atılmasına hangi vicdan razı olurdu? Maveraünnehir ve Bağdat-Basra’yı harap eden, kütüphanelerini Dicle’ye atan Moğollar mı, yoksa bin seneden beri medrese yoluyla gelen bin senelik tarih, kültür, ilim ve hafızamıza el koyanlar mı tarihe daha önce geçeceklerdi? Yâdında milletin yarasından taze kanların aktığı bu hadiseyi de ilgili araştırmacılara bırakmak gerekiyor. İnşaallah tarihten ders alınarak hatalar bir an önce tamir edilir ve milletin sızısı böylece sürüp gitmez.

04.02.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.02.2008) - Tesettürde Fransa model olamaz

  (25.01.2008) - Tesettür siyasî bir simge değildir!

  (21.01.2008) - Türkiye’nin 'Kürt sorunu' var mı?

  (18.01.2008) - Medrese-mektep çekişmesi üzerine…

  (14.01.2008) - İsveç, Avrupa’da model olma yolunda

  (11.01.2008) - Büyücünün büyüsü bozuldu!

  (07.01.2008) - İsveç’te şeriat

  (04.01.2008) - Dinî kültür ve semboller

  (21.12.2007) - İmtihan veya kurban

  (14.12.2007) - 12 Eylül anlaşılmadan asla

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri