Ölüm, hayat gibi mükemmel bir yaratılışla bir başka âleme doğmaktır. Kabir ise ebediyet yurdu olan ahirete giriş kapısıdır. Nasıl ki insanın doğumu mükemmel bir hadise olup Allah’ın kudreti ile gerçekleşirse, ölüm de öyledir. Bunun için Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de “Hanginiz daha güzel amellerde bulunacak diye hayatı ve ölümü yaratan Allah’tır”1 buyurarak ölümün de hayat gibi mükemmel bir olay olduğunu bize bildirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, bu âyetin yorumunu şöyle yapmaktadır: “Mevt dahi hayat gibi bir mahlûktur. Hem bir nimettir; vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır. Bir tahvil-i vücuttur. Hayat-ı bakiyeye bir dâvettir, bir mebde’dir. Bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir.”2
Her insanın dünyada yaşayacağı belli bir zamanı vardır. Bunlar Allah tarafından planlanmış ve kader dediğimiz plan ve programa göre belirlenmiştir. Biz buna “ömür” diyoruz. Her insanın ömrü planlanan süre içerisinde devam eder. Ömrü ve rızkı bittiği, sayılı dakikaları tükendiği zaman ruhu bedeninden ayrılır. İnsan ömrünün bitmesine “ecel” adını veriyoruz.
Eceli gelmeyen ve sayılı dakikaları tükenmeyen hiçbir canlı ölmez. Ölüm için hastalık, yaşlılık ve kaza gibi sebepler şart değildir. Ancak genellikle yüce Allah, ölümü bu sebeplerden birine bağlamıştır ki, ölümün gerçek yüzünü bilmeyen ve göremeyen gafil insanların itirazlarına hedef olsunlar. Sebeplerin diğer bir hikmeti ise, hastalıklar, musibetler ve kazalar, insanları tedbir almaya, akıllı davranmaya sevk eder. Ayrıca insanlar, aralarında çeşitli meslekler ve çâre bulucular ile karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde ihtiyaçlarını giderirler ve geçim vasıtası yaparlar. Sosyal hayat, uyum içinde böylece devam eder gider.
Ölüm, yok olmak, hiçliğe, fenaya gitmek değildir. Hayatın sönmesi de değildir. Hayat ruha bağlı olduğu için, ruh ölmedikçe hayat devam eder. Ölüm, fani dünyadan bâkî ve ebedî olan ahiret hayatına başlamaktır. Yeni bir doğumdur. Dünyanın ağır ve sıkıntılı hayatından kurtularak hiçbir sıkıntı ve hastalığın olmadığı Cennete gitmektir.
Ölüm, dünyadan ayrılmış bütün dostlara ve sevgililere kavuşmaktır. Yüzde doksan dokuz ahbabın toplandığı kabir âlemine geçmektir. Bu sebeplerden dolayıdır ki ölüm, tesadüfî bir olay olmayıp Allah’ın kudreti ve iradesi ile vukû bulan önemli bir hadisedir. Doğum nasıl ki mükemmel bir hadisedir. Bir çocuğun dünya hayatına başlamasıdır. Aynı şekilde ölüm de ahiret hayatına, ebedî bir hayata başlamaktır ve yeni bir doğumdur. Dolayısıyla Allah’ın takdiri, kaderine yazması ve kudreti ile vukua gelen önemli ve mucizevî bir olaydır.
Hayatı veren yüce Allah olduğu gibi, hayatın bitmesi demek olan ölümü veren de yüce Allah’tır. Hayatı vermek yeterli değildir. Hayatın devamı için hayata lâzım olan bütün ihtiyaçları da karşılaması gerekir ki, hayat devam etsin. Bu ise ancak Allah’ın kudreti ile olur.
En basit hayat olan bitkilerin toprak altında ölümleri, yeni bir sümbül hayatının başlangıcı olduğu bilinen bir husustur. Tohumlar, çekirdekler toprak altına atıldıkları zaman önce çürür ve kokuşurlar; ama bu onların yeni ve daha mükemmel bir hayata başlamaları için gereklidir. Aynen bunun gibi, insanın toprak altında çürümesi, ahirette yeniden dirilmesi için yeni bir ameliyeden geçmesi demektir. En basit bir hayata mazhar olan bitkilerin ölümü yok olmak değilse, en yüksek tabakadaki insanın ölümü elbette yok olmak olmamalıdır ve değildir. Geçici ve sıkıntılı olan dünya hayatından sonsuz ve sıkıntısız olan ahiret hayatına geçiştir. Allah’a karşı görevini yapanlar için ölüm, daha mükemmel bir hayata kavuşmak için bir vasıta ve kabir de o nurânî âleme açılan bir kapıdır.3
Dipnotlar:
1- Mülk, 67:2
2- Mektûbât, 2004, s. 18
3- Mektûbât, 2004, s. 18–19; 380-384
04.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|