Bediüzzaman Hazretleri, On Birinci Söz’de, insanın vazifelerini anlatırken, birini de “Senin fıtratında vaz’ edilen cihâzâtın anahtarlarıyla, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdes’i o esmâ ile tanımaktır” (Sözler, 2004, 11. Söz, s. 210) şeklinde ifade etmektedir.
İnsan fıtratına yerleştirilen cihâzât, öncelikli olarak her insanda bulunan ve ruhundan dış âleme açılan pencereler olan beş duyudur. Bunlar, göz, kulak, dil, deri, burundur. Her biri, bir âlemin penceresidir. O pencerelerden bakarak o âlemi tanımaya ve o âlemlerde tecellî eden esma-i İlâhiyeyi anlamaya çalışır. Meselâ, göz ile şekiller, varlıklar ve renkler âlemini tanır ve bu aynalarda tecellî eden esma-i ilâhiye ile Rabbini tanır. Kulak ile sesler âlemini ve o âlemlerde tecellî eden esmâyı, kelimelerdeki ve eşyanın çıkardığı ayrı ayrı sesler aynasında Allah’ı tanımaya çalışır. Burun ile kokular, deri ile sıcak, soğuk, yumuşak, sert, ince, kalın vb. şeyleri ve onlarda tecellî eden esmâyı tanır. Dil ile de tatlar âlemini ve o âlemde tecellî eden esmâ aynasında Rabbini tanır.
Aynı şekilde insan, akıl, kalp, hayal ve duygular vasıtası ile de Rabbinin esmâsını ve esmâ ayinesinde de Rabbinin kudretini, ilmini, iradesini, hikmetini, rahmetini ve sâir esmâ ve sıfatını tanır. Bu isim ve sıfatlar aynasında da Zât-ı Zülcelâl’i tanımaya çalışır. Yüce Allah’ın âlemleri ve vermiş olduğu bu âlemlere bakan pencereler hükmündeki duygular sonsuz olduğu için terakkiyât da sonsuzdur.
Meselâ; Altıncı Söz’de ifade edildiği gibi, “Akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînânesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikî’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.” (Sözler, 6. Söz, s. 50)
İnsanın her bir aza ve duygusu bir anahtardır. O anahtar ile dış dünyanın pek çok âlemlerini açar. Şayet iman ile kâinata bakarsa, o eşyada tecellî eden esmâyı tanır. O esmâdan da Müsemmâ-i Hakikî olan Zât-ı Zülcelâl’i tanır. İmanı yoksa sadece eşyayı tanır. O eşyada terakkî ile fen ve sanatta terakkî eder. Dünyasına faydalı ilimleri ve sanatları keşfeder.
Hayal de bir cihazdır. Bu cihaz ile insan tefekkür eder. Aklı ile öğrendiği bilgilerden yeni anlamlar çıkarır. İnsan, iradesi ile son derece gayret ederek yeni şeyler üretmek için çaba sarf etmezse, Allah’ın yardımı ve ilhamı ona gelmez. Bu konuda Müslüman ve Müslüman olmayan fark etmez. Edison’un ampulü keşfetmesi ilham eseridir. Ama bu ilham kendisine 20.000 deneyden sonra gelmiştir.
İnsan Allah’ın kendisine verdiği cihazlar ile eşyayı keşfetmeye çıkar. Bu keşifler sonucu ya esmaya intikal ile esmada terakkî eder veya eşyada terakkî ile teknik ve teknolojik keşifler yapar. Gizli defineler ise, o eşyada saklı olan maddî ve mânevî hazinelerdir.
Meselâ; demirin keşfi demek demirin erime özelliğinin keşfi demektir. Bu keşif ile nice sanatlar ortaya çıkmıştır. Elektriğin keşfi demek de elektriğin aydınlatma, ısıtma, soğutma gibi özelliklerinin keşfi demektir. Bu keşifler sonucu çeşitli âlet ve edevatlarla bunlardan istifade edilmiştir. Keşif, ilham eseridir; ama istifade için âletlerin keşfi ilim ve akıl eseridir. Yoksa insanın akıllı ve iradeli yaratılmasının hikmeti ortaya çıkmazdı.
İnsan niyeti, iradesi ve aklı ile iyi sonuçlar da alır, kötü sonuçlar da. Burada sorumluluk insana ait olur; çünkü isteyen ve bu konuda çaba sarf eden de insandır; yüce Allah insanın isteğine göre yaratır.
13.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|