Aynı gün basında iki dikkat çekici açıklama yer aldı. Açıklamaların yapıldığı gün Lübnan Genelkurmay adaylarından François el Hac’ın öldürüldüğü gün idi. Açıklamalar ile suikast arasında doğrudan bir bağlantı yoktu, ama tesadüf de olamaz... Bunlardan birisi, Fransız Dışişleri Bakanı Kouchner’e aitti ve çok manidardı: “Birileri Lübnan cumhurbaşkanının seçilmesini istiyor, engellemek istiyor. Seçilirse sürpriz olur...” Bu sözler zımni olarak Lübnan muhalefetini hedef alırken asıl hedef alınan adres, bölgesel oyuncuların başında gelen Suriye olmalıdır. Acaba, uzlaşma ile cumhurbaşkanlığı adaylığı ilan edilen ve içeride kimsenin itiraz etmeye cesaret edemediği Michel Süleyman’ın yerine geçmesi muhtemel yeni genelkurmay başkanı adaylarının en güçlüsü François el Hac’ın Baabda gibi çok iyi korunan bir mekânda öldürülmesi bu kehaneti doğrulamak için mi gerçekleştirildi? Doğrudan Michel Süleyman ismine itiraz edemeyenler buna suikast yoluyla mı itiraz ettiler? Kuşkusuz böyle.
El Hac’ın niçin öldürüldüğü belli, ama hangi irade tarafından öldürüldüğü yine tartışmalı. Bu noktada diyalektik başlıyor. Lübnan Ordusu operasyonlar bölümünü idare eden El Hac, Lübnan’ın birliğini sembolize eden ordunun kilit isimlerinden birisiydi. Birisi böyle bir suikastla kartları ve hesapları yeniden karmak ve karıştırmak istemiş olmalı. Tam işler rayına girecekken yine rayından çıkarılmaya çalışıldı. Ve işin ilginç yanlarından birisi de El Hac’ın öldürülmesi tam da Lübnanlı Suriye muhalifi Cubran Tuveyni’nin öldürülmesinin ikinci yıldönümüne rastlamış olmasıdır.
Kareyi tamamlayan ikinci açıklama da, Suud Dışişleri Bakanı Suud El Faysal’dan geldi. ABD’nin Irak işgalinden sonra en keskin kelimeleri o kullanmıştı. Amerikan işgalinin bölgede ve bahusus Irak’ta İran nufuzunu güçlendirdiğini söylemişti. Hem de misafiri olduğu ABD’de. Geçtiğimiz günlerde Irak hükümeti Ulusal Güvenlik Danışmanı Muvaffak er Rubai Irak’ın İran’la Suudi Arabistan arasında hesaplaşma sahası haline geldiğini ileri sürdü. Diğer bazı Iraklı yetkililer de geçmişte topraklarının İran ile ABD arasında hesaplaşma alanına döndüğünü söylemişlerdi.
***
Faysal bu açıklamanın altında kalmadı ve şöyle mukabele etti: “Bizim İran’la görülecek bir hesabımız yok. Bununla birlikte İranlıların bizimle ilgili görülecek bir hesapları varsa; onu bilmem!” Bu iki açıklama ışığında Irak ve Lübnan’ın bölgesel ve uluslararası güçlerin hesaplaşma alanı olduğunu söyleyebiliriz. Lübnan ve Irak ise bu hesaplaşmanın birer kurbanı. François El Hac da bu kurbanlardan birisi. Neden kurban seçildi? Aslında, Lübnan Ordusu Lübnan’ın birlik ve beraberliğini ve son umudunu temsil eden son kurumu, kalesi ve remzi. Birileri bu sembolü de yıkmak istiyor. Yoksa hem Genelkurmay Başkanı Michel Süleyman, hem de El Hac’ın muhalif ve muvafık bütün Lübnanlı kesimlerle iyi ilişkileri bulunuyordu. Hizbullah iki İsrail askerini kaçırdığında bile Michel Süleyman itiraz etmemişti. Halef adayının da Hizbullah ve Emel’le ilişkileri iyiydi. Dolayısıyla şahsi veya Arapların ‘cihevi’ dedikleri gibi siyasi taraflardan birileriyle husumeti ve dolayısıyla görülecek hesabı yoktu. Öyleyse El Hac’ın tasfiyesi kendi şahıslarıyla alakalı değil; Lübnan hesaplaşması veya Lübnan hesabıyla alakalı. Bernard Kouchner de aynısını söylüyor. Lübnan’ın kendi kendini yönetmesini istemeyenler ve bu anlamda uzlaşma üzerinden Lübnan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ötelemek veya hesapları karıştırmak isteyenler bu işi irtikap etmiş olmalı.
Suriye suikastla alakalı hemen İsrail ve Lübnan’daki ajanlarını suçladı. Tallal Atrisi gibi İran yanlıları da Lübnan’ın dıştan sızmalara açık bir ülke olduğunu hatırlattılar. Ama ‘harici el’ ile alakalı olarak genelde İsrail suçlanıyor ama Suriye taraftarları sızmalar için aynı zeminin Suriye için de geçerli olduğunu unutuyorlar. Zira onun elini meşru görüyorlar. Burada bir diyalektik ve iki kanat var. Bir cephe Suriye’yi diğeri de İsrail’i suçluyor. Gerçekten de bu işten yarar sağlayan veya zarar gören taraflar hangisi?
***
Bu işi Lübnan’ın kendi başına ayakta kalmasını ve kendi kendini yönetmesini istemeyenler yaptıysa listenin başında Suriye olmalı! Zira düne kadar Lübnan’ı yöneten Suiye idi ve ‘benden sonrası tufan’ politikasıyla Lübnan’ı kimseye ve kendi çocuklarına da olsa yar etmek istemiyor. İkinci ihtimal, bu işi Suriye’yi köşeye sıkıştırmak isteyenler yapıyor. Ama Hariri sonrası yapılan yeni suikastlar bu amaca hizmet ediyor mu? Neden Beşir Cemayel de dahil Rena Muawwad gibi hep Suriye karşıtı cumhurbaşkanları öldürüldü de niye Emil Lahud gibi Suriye yanlıları öldürülmüyor? Bu, Lübnan’ın kimin çiftliği olduğunu da gösteriyor. Lübnan’daki hesaplaşma Suriye ile karşıtları arasında. Irak’taki hesaplaşma ise çok yönlü. El Hac’la ilgili suikast haberlerini okurken Lübnan’da yayınlanan El-Aman dergisinde bir yazı gözüme ilişti. İsam Attar’ın torunu Hüda’nın kaybıyla alakalı bir taziye yazısıydı. İsam Attar torununun ölümüyle ilgili şunları söylüyor: “Nenesinin ölümüne dayanamadı...” Benan Tantavi-İsam Attar çiftinin kızları Hadiye’nin kızı Hüda, nenesi Benan’ın hasretiyle öbür dünyaya intikal etmiş. Bilindiği gibi eşi İsam Attar’la Almanya’da yaşarken Benan’ı Suriye muhaberatı öldürmüştü.
Hariri suikastıyla ilgili teknik ayrıntılar teknik olarak suikastın faillerinin bulunmasının imkânsızlığını ortaya koyuyor. İşte bunun rahatlığında Lübnan, suikastçıların gözde mekânı haline geldi. Suikast korkusu sebebiyle, Lübnan vekilleri toplu halde korunaklı otellerde ikamet ediyorlar. Peki El Hac gibi kışladakiler ne yapsın?
13.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|