Geçenlerde Başbakan Erdoğan, “müsbet milliyetçilik” ifadesini kullanarak milliyetçiliğin nasıl olması gerektiğini söyledi. Bu ifadeyi, “müsbet milliyet” şeklinde, Bediüzzaman yüz yıl önce kullanmıştı. Ne anlama geldiğini Bediüzzaman’ın eserlerinden istifade etmiş birisi olarak anlatmaya çalışayım. Öncelikle unsuriyetçilik de denilen menfî milliyetçiliğin ne olduğunu anlamaya çalışalım. Bunu anlamak için çok gerilere gitmemiz gerekiyor, hatta zaman boyutunun da dışına çıkıp kutsal kitabımıza bakacağız.
İnsanoğlunun en büyük düşmanı olan şeytan, Allah’a isyan etmiş lânetlenmişti. Bunun sebebi kibri, yani kendi nevini büyük görmesiydi.
“Ben ateşten yaratıldım, Âdem ise çamurdan yaratıldı. Ona secde etmeyeceğim” dedi. Bu isyanından dolayı ebedî olarak lânetlendi ve cezasını çekecek. Yalnız kıyamete kadar bir müsaade istedi. Bu sayede insanoğlunun ne derece kan dökücü ve fesat çıkaran bir mahlûk olduğunu göstermek istiyordu.
Allah, Şeytan’a kıyamete kadar müsaade verdi. O da lümme-i şeytaniyye vasıtası ile vesveselerini yaymaya başladı. Önce Âdem babamızı kandırdı. Allah’ın yasaklamış olduğu meyveyi yemesi için çaba gösterdi. Amacına da ulaştı, zira Hazret-i Âdem yasak meyveyi yemişti. Şeytan, Hazret-i Âdem’in de lânetleneceğini zannediyordu. Lâkin yanılmıştı. Hazret-i Âdem, Gafuru’r-Rahim olan Allah’a duâ ederek affını istedi. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah, Âdem’in duâsını kabul etti ve onu bağışladı. Kur’ân’da bu kıssalar anlatılırken bir insanın en büyük silahının Allah’a ilticâ etmesi yani duâ etmesi olduğu vurgulanmaktadır.
“Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var” buyuran Rabbimiz daima kendisine yönelmemizi ve “Talep edin vereyim” diyerek sadece kendisinden yardım beklememizi emretmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda değil, duâmızdadır.
İnsanın en güçlü silahı olan duâdan şimdilik bu kadar bahsettikten sonra Şeytan’a gelmek ve onun ebedî olarak lânetlenmesine yol açan hadiseden biraz daha bahsetmek gerekiyor.
Hucurat Sûresi’nde Rabbimiz “Ey insanlar! Sizi bir erkekle dişiden yarattık; birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık” diye buyurmaktadır. Bediüzzaman bu âyeti tefsir ederken “insanların birbirlerini tanıması ve toplum hayatındaki münasebetlerini bilmeleri ve birbirlerine yardımcı olmaları için taife taife yaratıldığını” ifade etmektedir. Şeytan’ın amaçlarından biri olan “insanların birbirlerini inkâr etmesi, husûmet ve düşmanlık beslemesi ve birbirlerine yabani olarak bakması” bu âyetin tam tersi anlamındadır.
Bu yüzden özellikle II. Dünya Savaşı esnasında milyonlarca insanın kanı aktı. Halen de bu kan akmaya devam ediyor. Şeytandan daha ileri giden bir kısım insanlar, Frenk illeti adı verilen ırkçılık hastalığını kullanarak kan dökmeye devam ediyorlar.
Şeytan’ın önce kendisinin aldanarak isyan etmesine yol açtığı “kendi nevini üstün görme hastalığı = ırkçılık”, birçok insanı da içine alarak genişledi ve günümüze kadar geldi. Şimdilerde ecnebîler yolu ile vatanımıza da bulaştırılmaya çalışılıyor. Kendilerini perişan ettikleri gibi biz Müslümanları da bölmeye parçalamaya çalışıyorlar.
Kabile kabile yaratılmak, birbirimizi tanımak ve yardımlaşmak içindir. Müsbet milliyet işte budur. Bin yıllık tarihimize bakacak olursak müsbet milliyetin ne olduğunu çok güzel bir şekilde anlayabiliriz.
Milletimiz, milliyetini Kur’ân’a ve İslâmiyet’e kale yapmıştır. Yüzyıllarca süren haçlı seferlerine karşı canlarını ve mallarını fedâ etmişlerdir. Tâ ki Allah’a ortak koşan zalimler gürûhu, Müslümanlardan uzak tutulmuş Müslüman toprakları barış ve saadete kavuşmuştur.
Kur’ân’da “Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler” âyeti sanki milletimizin bin yıllık geçmişini ifade etmektedir. İnşallah dedelerimiz bu âyete masadak (güzel bir örnek) olduğu gibi bizler de onlardan geri kalmayacağız.
Eğer milliyetçiliği, Bediüzzaman tarzında anlayabilmiş ve müsbet milliyet taraftarı olabilirsek huzur ve sükûnete kavuşabiliriz. Aksi takdirde kafatasının çapı ile uğraşır, hatta Mimar Sinan’ın kabrini açtırıp kafatasını ölçtürmeye kadar işi uzatır isek, Şeytanın o büyük hatasına yani kendi nevini üstün görme yanlışına saparız, vesselâm…
13.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|