Her mesleğin kendine göre kaide ve kuralları vardır. Yazılı ya da yazısız olabilen bu ‘kurallar’a uyulmadığında sıkıntılar baş gösterir. Belki ağır bir ifade oluyor, ama bu durumu ‘ihanet’ olarak tarif edenler de var.
Taraf’ın ‘kurucu genel yayın yönetmeni’ ve yazarı Ahmet Altan, ‘mesleğine ihanet eden’ üç gruptan bahsederken şöyle demiş: “Hukukçular, tarihçiler, gazeteciler bu üçü de mesleğine ihanet ettiler. Bu üçü de mesleğini evrensel kriterlerden uzaklaştırdı. Tarihi doğru anlatır, hukuku doğru uygularsanız, gazeteler de gerçekleri yazarsa askerler siyasete müdahale edemez. Bu üç mesleğin ihaneti yüzünden biz bugün askerin siyasetin içinde olmasını doğal görüyoruz…” (Yeni Şafak, 10 Aralık 2007)
Elbette, mesleğine ihanet eden başka meslek gruplarının olması da mümkündür. Ancak bu üç grubun ihanetinin faturası çok ağır olmaktadır. Meselâ, mesleğine ihanet eden bir gazeteciden ‘kaçan’ın bile kurtulması zordur! Aynı şekilde mesleğine ihanet eden bir tarihçinin yazdığı ‘ders kitapları’yla hayata başlayan öğrencilerin öğrendiği ‘yanlış bilgi’leri kim, nasıl ve ne zaman düzeltebilir? Yakın tarihle ilgili bilgilerin yanlış öğretildiğine örnek olması bakımından Engin Ardıç’ın zaman zaman kaleme aldığı ‘yakın tarih’ yazıları hatırlanabilir. (Son bir örnek için bkz. Akşam, 10 Aralık 2007)
Mesleğine ihanet edenlerden bahseden Taraf yazarı Ahmet Altan, Kemalizmin ortaya çıkışını da şöyle anlatmış: “Kemalizm, Cumhuriyet’in yeni ve taze ideolojisi olarak ortaya çıkmadı, yıktığı Osmanlı’nın son döneminde yaşanan sakatlıkları ve İttihatçıların ‘ordu tapınmasını’ sistemleştirerek yerleşik bir yönetim biçimine çevirdi. Osmanlı’nın son dönemindeki çatışmalar ‘genetik bir miras’ gibi Kemalizm’le birlikte Cumhuriyet’e bulaştı. (...) İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyet’e geçti. Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik. Bazılarımız ‘solcu’ olduk, ‘Din kitlelerin afyonudur’ sözünü öğrendik. Dini ürkütücü bir şey olarak gördük ve bizi ‘gericiye’ çevirecekmiş gibi hep uzak durduk.” (Mehmet Gündem’in röportajı, Yeni Şafak, 10 Aralık 2007)
“Dinden korkmak bu toplumun ne işine yaradı?” sorusunun cevabı da şöyle: “Hiçbir işe… Bu anlamsız korku bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı. Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da hem dinî bilgileri azdır, hem de bir din adamını zaaflarıyla ve erdemleriyle anlatmaktan ürkerler. (...) Bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alandır. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Türkiye’nin diniyle olan sorunlarını ‘huzurlu’ bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, mânâsız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Dinden korkacak bir şey yok…”
“Kemalizm denince aklınıza ne geliyor?” şeklindeki can alıcı sorunun cevabı da şu: “Kemalizm, Türk siyasetinin ‘sihirbaz topudur’, el çabukluğuyla kutuya bir kavram koyup yerine bir başka kavram çıkarma hüneridir. ‘Kemalizm’ dediklerinde söylemek istedikleri, seçilenlerin devletin direksiyonuna asla geçemediği ‘demokrasisiz’ bir toplum projesi, ülkeyi askerlerin, bürokrasi ve yargıyla elele vererek yönetmesidir.”
Ahmet Altan’ın “eğitim” sistemiyle ilgili bir soruya verdiği cevap da dikkat çekici: “Cumhuriyet’in eğitim sistemi tam bir ‘beyin yıkama’ mekanizmasına dönüştü. Çocukların ‘düşünmemesini’ ve ‘devlet, Atatürk, Kemalizm’ gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem. Zihinleri dondurulmuş bir ‘okur yazar’ zümresi çıktı ortaya.”
Şu tesbite itiraz edilebilir mi: “Medya, Türkiye’yi hiçbir zaman anlayamadı, bugün de anlayamıyor, çünkü medyanın da kadroları ‘eğitimsiz eğitimlilerden’ oluşuyor genellikle. Bütün hayata ezberlenmiş kalıplarla bakıyorlar ve hayatı hiçbir biçimde anlayamıyorlar.”
‘İçerden bakan bir göz’e göre ‘mesleğine ihanet eden medya’nın durumu böyle. Umalım ki bu ‘ihanet’ sona ersin...
13.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|