Şüphesiz gerek şeytanların, gerekse şeytanların arkadaşı olan nefsimizin bizi vartalara düşürecek çok tuzakları bulunmaktadır. Eğer bu tuzaklara karşı uyanık olmazsak hiç tahmin etmeyeceğimiz bir şekilde vartalara düşebileceğiz. Üstelik gide gide öyle bir zaman gelecek ki, hiç yanlışımızı kabul etmeyecek, nefsimizin hileleriyle yaptığımız her şeyin doğru olduğunu avukatlar gibi savunacağız.
Unutulmamalı ki, nefsin en büyük hilesi, hatalarımızı ve yanlışlarımızı bize göstermemesi ve bizleri dünyanın en iyi ve doğru insanı olarak kendimize kabul ettirmesidir. Bu durumda kendimizi beğenmekle ve birçok meziyete sahip olduğumuzu düşünmekle istenen tuzağa düşmüş olacağız. Bundan sonrasında ise belimizi doğrultmamız neredeyse mümkün olmayacaktır. Nefis ve şeytanın sırtımıza yükleyecekleri ağırlıkların altında ezilecek, kalbimize fırlatılan günah okları insan olmayı gerektiren duygulardan bizleri uzaklaştıracaktır.
Nefsin bizi sıkça tuzağa düşürdüğü konuların başında, Allah’ın, bize kardeş olarak tayin ettiği Mü’minleri tenkit etmek ve onlara karşı düşmanlık duygularımızı kabartmak olmalıdır. İnananları kardeş yapmada Allah’ın inayetiyle büyük muvaffakiyet elde eden Peygamber-i Zîşân (asm), “Birbirinizi sevmedikçe Mü’min olamazsınız” şeklindeki ifadesiyle inananlar arasındaki sevginin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur.
Allah’a ve Habîbullah’a imanı olan herkesi kardeş bilen bir anlayıştan bizi uzaklaştırmak isteyen nefis, zihnimizde meydana gelen her şeytânî duyguyu değerlendirmekte ve çoğu zaman bizleri kardeşlerimize karşı kötü duygularla doldurmaktadır. Böyle bir durumdan sonra artık kendimizi her konuda haklı, karşımızdakini de haksız bulmaya çalışacak, yanlış olan davranış ve düşüncelerimize kılıflar bulmakta usta bir hâle gelmiş olacağız.
Allah’a isyan edenlerin, küfür bataklığı içine girmiş zındıkların, insanlık değerlerine karşı savaş açanların oldukça fazla olduğu dünyamızda, tenkit oklarını sadece inanan insanlara yöneltenler ve bunu da hak namına yaptığını sananlar şüphesiz açık bir şekilde nefsin ve şeytanların tuzağına düşmüşlerdir. Ama ne yazık ki onlar bu gerçeğin farkına varamazlar. Kafaları karıştığı zaman nefis hemen imdatlarına gelmekte ve kendilerine çeşitli mazeretler üretmeye başlamaktadır.
İnananları gıybet etmeyi yasaklayan açık İlâhî emirlere rağmen, Mü’minler hakkında kötü düşünmeyi zemmeden Peygamberî yaşantıya rağmen, nefsin, Müslüman kardeşinin hatasını gösterip habbeyi kubbe yapan hilesine kapılan insanların içine düştükleri gaflet hali ise açık bir kaybediştir.
Birbiriyle boğuşan hak ve hakikat yolcuları maksada vâsıl olmakta zorluk çekerler. Kardeşler arasına kin ve nifak tohumu ekmenin, muhabbet duygularını yok edecek husûmet rüzgârlarını estirmenin elbette vebâli büyük olacaktır. Tarih de şâhittir ki birbiriyle uğraşanlar müsbet hareket edememişlerdir. Müsbet hareket etmeyenler de mağlûbiyetlere düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır.
Zaman, şahsiyetini ve enaniyetini kardeşlik ve muhabbet havuzunda eriten fedakârların zamanıdır. Böyle insanların iman dâvâsında başarılı olmamaları için bir sebep bulunmamaktadır. Diğer taraftan, ene ile meydana çıkıp kendileri dışındaki herkesi hakir görenlerin başarılı olacakları bir zemin bulunmamaktadır dünyamızda.
Nefsini cümleden edna, dâvâsını ise cümleden âlâ tutanlar ve ihlâs sırrını kavrayıp bütün davranışlarında İlâhî rızayı esas tutanlar, nefis ve şeytanların tuzaklarını ve planlarını akîm bırakacaklardır hiç şüphesiz. İşte yüce İman ve İslâm dâvâsının böyle, insan olan insanlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bilhassa fitne ve fesadın sebep olduğu fırtınaların bolca insanı savurduğu zamanımızda tutunacak sağlam direklere insanlığın ihtiyacı vardır.
Bir elinde Kur’ân, bir elinde de Sünnet-i Seniyye bulunan insanların bu hazinelerden yeterince istifade etmemesi kadar kahredici bir durum olamaz elbette. O yüce hazineler sadece taşınmak için değil, içindeki mücevherlerden istifade edilmek için vardırlar...
11.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|