Göz görmekle, kulak işitmekle, dil tat almak ve konuşmakla, ayak yürümekle mükellef olduğu gibi, gönül de sevmekle mükelleftir. Vücut sarayının en lâtif köşesi, en müzeyyen mekânı, gönül köşküdür. Sevgi denilen hayat iksiri burada bulunur. Kalp imanın makamı olduğu gibi, gönül de sevginin makamıdır. En değerli ve en şerefli misafirler burada ağırlanır. En nâdîde çiçekler, en tatlı meyveler, gönül bahçesinde yetişir.
Gönül, sevmekle mükelleftir. Gönül dediğin toprağı sevecek, taşı sevecek, kuruyu sevecek, yaşı sevecek. Yetimi öksüzü, garibi gurabayı, fakiri fukarayı sevecek. Gülü severken dikeninden şikâyet etmeyecek. Dost bildiklerinden gelecek olan ihanet oklarına da tahammül edecek.
Gönül, güzeli bağrına bastığı gibi, çirkini de kucaklayacak ama, çirkinliği içeri almayacak. Kötü denilenlere de yer açacak ama, kötülüğe yer vermeyecek. Kötü ve çirkin olan şahıslar değil, onların sıfatlarıdır ve davranışlarıdır. Bu sıfat ve davranışları taşıyan insanların da bir kalbi ve gönlü vardır. Ama o mübarek mekânlara bir takım muzır duygular musallat olmuş, sahibini de muzır ve çirkin göstermiştir. Onların yardıma ihtiyaçları vardır. İyi insanlar, kötü diye bilinenlere yardım ederler, onların kalp ve gönül hanelerini de güzelleştirmeye çalışırlarsa, o insanları kazanmış olurlar. Yoksa, “Bunlar kötü insanlardır” deyip dışlarlarsa, kötülüğe yardım etmiş olurlar. Öyle olmasa, Hz. Mevlânâ, “Kim olursan ol gel” diye gönül köşküne herkesi dâvet eder miydi?
Her insan Cenâb-ı Hak’kın hârika bir san'atı olduğuna göre, san'atkârı hatırına o sanât sevilir. Yunus gönüllü olmak, yaratılmışları Yaradan’dan ötürü sevmek varken, insanlardan nefret etmek insanlığa yakışır mı? “Eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan bir varlığa gönlünde yer açamayanların gönül hanesi virâne olmuş demektir.
Kalbinde iman bulunmayan bir insanın da her hücresi Allah’ı zikretmiyor mu? O hücrelerin zikrini duyar gibi davranmak, içinde ruh olmasa da cesetlere bu gözle bakmak, onları sevmek için yeterli sebep sayılmaz mı? Peygamber Efendimiz (asm) bir hayvan leşine bakıyor da, “Ne güzel dişleri varmış” diyor. Yani çirkinlikler arasında güzel olanı bulup, ona nazar ediyor.
Her şeye sevgi gözü ile bakan, herkesi gönül hanesinde misafir eden insanlara, “ganî gönüllü” deriz. Onlar gerçekten zengin insanlardır. Hayatta zenginlik ve fakirlik deyince, sadece para, mal ve maddî imkânları anlayanlar, gönüllerini bir yoklasalar, asıl zenginlik veya fakirliğin orada olduğunu göreceklerdir. Refah seviyesinin sevgi sermayesi ile doğru orantılı olduğunu anlayacaklardır. Sevgi sermayesi rakamlarla ifade edilebilecek bir değer olsaydı, bugün dünyanın en zengin ülkelerinin durumunun, açlık sınırının da altında olduğu görülecekti.
En fakir insan, gönül hanesinde sevgi sermayesi en az olan insandır. Sevgi sermayesini adavet ve nefret çarşısında çarçur edenler, müflis tüccar gibi orta yerde kalırlar, perişan olurlar. Sevmeyi bilmeyenler, sevilmekten de mahrum kalacaklardır. O zaman hayat bir azâb olacaktır.
Gönlünde adavet tohumu taşıyanlar da, muhabbet çekirdeği taşıyanlar da bu dünyadan göçüp gidiyor. Birisi arkasında acı meyveler, zehirli dikenler bırakırken, öbürü tatlı ve lezzetli meyveler, güzel güller bırakıyor. Madem ki her gelen gidiyor, dünya kimseye kalmıyor, öyleyse gelin biz de “Sevelim, sevilelim” diyerek Yunus Emre’nin dâvetine icabet edelim.
Güller açılsın
Gönül kapısını açık tutalım,
Perde aralansın, tüller açılsın.
Kalpleri sevgiyle aydınlatalım,
Gönülden gönüle yollar açılsın.
Erenlerin meclisine girmeli,
Yunus’un izine yüzler sürmeli,
Hak’tan aldığını halka vermeli,
Mevlânâ misali, eller açılsın.
Sevgisiz yürekler birer çöl olur,
Sevgi kalbe damladıkça göl olur,
Gönüllerde gonca olur, gül olur,
Muhabbetle saran kollar açılsın.
İstiyorsan gönüllerde kalmayı,
Gönül meslek eyle gönül almayı,
Bırak saraylarda mermer olmayı,
Toprak ol, bağrında güller açılsın.
11.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|