‘Uluslararası Kudüs Buluşması’ toplantısında İstanbul’un İslâmfobya Konferansı’na evsahipliği yapacağını da bilvesile öğrenmiş oldum. Böyle bir toplantı elzemdi. Zira en son olarak Muhammed ismi etrafında Sudan eksenli gürültülü bir tartışmayı arkada bıraktık. Ama yine de garp ve şark ilişkilerinde ufak çaplı bir hasar meydana getirdi. Bu mesele, ‘Gibbons Vak’ası’ olarak da şimdiden tarihe geçmeye aday. Gillian Gibbons isimli bayan öğretmen ders verdiği sınıfta sevimli bir oyuncak ayıya isim verme anketi düzenlemiş. Aday isimler arasında Hasan, Abdullah (mürekkep bir şekilde Turabi’nin adıdır) ve Muhammed seçenekleri arasında kalmışlar. Netice itibarıyla, çocukların çoğunluğunun tensibi ve tasvibiyle sevimli küçük oyuncak ayıya Muhammed ismi verilmiş.
Zafer Arapgirli’nin alaylı bir ifadesiyle ‘Mü’min ve muhbir’ bir vatandaşın olaydan haberdar olması ve yetkili kurumları haberdar etmesiyle birlikte Gibbons Vak’ası hemen küreselleşmiş. İslâma hakaret (blashemy) dâvâsına binaen Sudan hükümeti İngiliz öğretmenin cezasını kesmiş. 40 kırbaç bir de hapis cezasına çarptırılmış. Meselenin dallanıp budaklanması üzerine İngiliz hükümeti devreye girmiş ve vatandaşını ‘mutaassıp’ Sudanlıların elinden kurtarmış, çekip almış.
Zaten o Sudanlılar ki Darfur’da da katliâm yapıyorlar! Medyanın olayı tasviri bu. Tasvirde haksızlık var mı, yok mu? İşin esasına baktığınızda Sudan’da belirli ve muayyen bir hassasiyetin varlığından söz edebiliriz. Gerçekten de bazen olmadık şeyler yüzünden insanın başı derde girebilir. Arap dünyasında bir de ihbar sistemi iyi işler. Batılılar gibi ihbara meraklıdırlar. Bununla birlikte, bu gerginliğin nedenini sadece Şarklıların mubalâğalı algısına hamletmek gerçekten de haksızlık olur. Kaldı ki olayın kahramanı Gillian Gibbons, Sudanlıları suçlayıcı konuşma yapmaktan imtina ediyor. Yanlış anlamanın varlığını elbette kabul ediyor. İslâma hakaret etme gibi bir niyetinin olmadığını da söylüyor. Okuldaki öğretmen arkadaşları ve kendisini tanıyanlar da bu ifadesine katılıyorlar. Bununla birlikte, Gibbons kendisi Sudan’ı ve Sudanlıları suçlamaktan azamî derecede kaçınırken Batı medyası olay üzerinden tam bir cadı avı başlatmış durumda. Meselenin arkaplanına baktığımızda kimi Batılı ülkelerin kucak açtığı Ayan Hirsi Ali’yi, Selman Rüşdi’yi ve Hollanda ve İskandinav ülkelerindeki karikatür ve hakaret krizini ve furyalarını görüyor ve hatırlıyoruz. Dolayısıyla bu kadar hakaret ve koro halindeki saldırı karşısında Sudanlıların hissi selim ile hareket etmesini nasıl düşünebilirsiniz? Batı İslâm şuurunda büyük bir travma meydana getirdi. Bir tarafta Irak ve Afganistan’daki gibi fizikî işgalleriyle diğer tarafa da Danimarka ve Hollanda gibi ülkelerdeki metafiziki saldırı vehakaretleriyle bu süreç hâlâ canlı. Bayan Gibbons, çocuklardan “ayıyı sıra ile her hafta sonu evlerine götürmelerini ve evde yaşadıklarını birer küçük öykü olarak yazıya dökmelerini’ istemiş. Bunları da ‘Benim adım Muhammed’ adlı şık ve şirin bir kitapçıkta toplayacakmıştı. Proje de böylece suya düştü ve akim kalmış oldu.
***
Burada Şark ile Garp arasında bir algılama farkı olduğunu müşahede ediyoruz. Benim kanaatim de bayan öğretmenin masum olduğu yönünde. Lakin kollektif şuur bütün bütün yanılıyor olamaz. Zira ‘Muhammed’ ismi Batı’da en fazla konulan ve revaç bulan isimlerden birisi. Ama 11 Eylül’den itibaren tarassuz ve gözetim altına alındı. En fazla hedef tahtasına yerleştirilen isim haline geldi. Sözgelimi, Batı bankacılık sistemi ‘Muhammed’ adı üzerine bir ‘mim’ koymuş. Muhammed ismi otomatik olarak taranan ve gözleme alınan bir isim. Bu isim üzerinden teröristlere para havale edilebilirmiş. Bundan dolayı bu isim üzerinden para gönderenlerin paraları bazen adreslerine ulaşmıyor. Sözgelimi Körfez ülkelerinden Hindistan’daki Kerela eyaletine para transfer eden Muammed isimli bazı insanların paralarının yerlerine ulaşmadığını ve bloke edildiğii öğrenmişlerdi ve bu vak’alar geçmiş dönemlerde medyaya intikal eden hususlardandı.
Muhammed ismini taşımanın hâlâ ağır bir yük ve cesaret işi olduğuna dair Gibbons vak'asından daha büyük vak'alar tanıklık ediyor. Sözgelimi daha geçenlerde Atlasjet şirketinin düşen uçağının pilotu Ferhat Özdemir’in ‘Muhammed’ adını değiştirmesi Batı’daki zorlayıcı atmosferi göstermesi açısından manidar değil midir? Atlasjet uçağının kaptanının ilk adı Muhammet’ti. Ama bu ismi sildirdi. Neden mi? 3 çocuk babası olan 48 yaşındaki Özdemir, isim tashihi dâvâsını, İzmir 5’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde avukatı aracılığı ile açtı. Özdemir dâvâ dilekçesinde; “Terör saldırısından sonra mesleğimi yapmakta sorunlar yaşadım. İşimi kaybetme riskim oldu. ABD’de saldırıdan sonra Müslümanlara karşı önyargılı davranışlar başladı. Anonslarda Ferhat değil de ön adım Muhammet anons edilince yolcular tedirgin oluyor. Toplumdaki birtakım önyargılar sorun çıkartıyor. Muhammet olan ön ismimin nüfustan silinmesini istiyorum’’ dedi.
Duruşmada dâvâlı Konak Nüfus İdaresi ve Özdemir’in avukatı hazır bulundu. Cumhuriyet Savcısı, toplanan kanıtlara göre, dâvâcının adının düzeltilmesinde haklı sebepler olduğunu belirtip önadı ‘Muhammet’in nüfustan silinmesini istedi. Hakim de istemi yerinde buldu ve Özdemir’in ön adı Muhammet’in nüfustan silinmesine karar verdi. Ferhat Özdemir, 2004’te Türkiye’ye geldi, önce Fly Air’de görev yaptı, ardından World Focus Havayolları’na geçti.
***
Demek ki meseleler çok da masum değil. Şuuraltına kazınan travmalar var. Bunları düzeltmek belki zaman alacaktır. Geçtiğimiz günlerde Almanya Başbakanı Merkel, camilerin minarelerinin kilise çan kulelerinden yüksek olmaması gerektiğini ihtar etti. Burada da böyle bir travmatik gelişmenin izlerini görüyoruz. Bernard Lewis, 2005 tarihinde The Zeit gazetesine yaptığı eğerlendirmede İslâmiyetin yüzyıl içinde kıt'ayı istilâ edeceğini ileri sürmüştü. Böylece Batı şuurunda büyük bir travmatik gedik açtı. Bunu kapatmak belki yılları alacak. Şimdi Merkel işte böyle bir arkaplandan konuşuyor. Bu açıdan Merkel sözlerinde ne kadar mazur veya değil ise, Sudanlılar da aynı şekilde mazur veya değildirler. Burada asıl cinayet tek yanlı değerlendirmelerdir.
Elbetteki Müslümanların misafir olarak bulundukları ülkelerin hissiyatına ve duygularına riayetkâr olmaları iktiza eder. Onlara meydan okumaları doğru ve hoş değil. Ama bu arada karşılıklı olarak havadan nem kampa yaklaşımının da bitmesi gerek. Bunun için de basının hem de siyasetçilerin azamî dikkatli olması gerekiyor. Kışkırtıcılar eksik olmazsa da onların etkisini basın ve siyasetçiler körüklüyorlar. Bernard Lewis gibi mürcifun, yani kışkırtıcılara prim vermemek dünyanın sulh ve sükûnuna hizmet edecektir.
10.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|