Milliyet Eski Washington temsilcisi,
Taraf gazetesinin kurucularından Yasemin Çongar’la Türk-Amerikan ilişkilerinden, Kürt sorununa oradan da Taraf’ta başörtülü hanım gazeteci çalıştırıp çalıştırmayacağına kadar değişik konuları konuştuk.
Hudson Enstitü’deki büyük ayıbı ortaya çıkardıktan sonra Genelkurmayın hedefi olan Çongar, Amerika’nın Türkiye’deki iki başlı iktidar gerçeğinden yola çıkarak iki kesimle de ilişkilerini iyiyürütmeye çalıştığını söylüyor. Amerika’nın, Türkiye’de sivil siyasetin güçlenmesini istediği ancak 27 Nisan bildirisinden sonra beklenen açıklıkta demokrasiden yana tavır koyamadığı için, hükümetin ve demokratların güvenini kaybettiğini söylüyor.
Ayrıca, Amerika’nın ve Türkiye’nin PKK’yı tasfiyesi konusunda anlaştığını söyleyen Çongar, Türkiye gereken demokratik adımları atmazsa ileriki yıllarda şiddeti
yöntem tayin etmiş yeni örgütleri karşısında görebilir diyor.
Türkiye’deki Kürtlerin homojen olmadığını ve çoğunun Türkiye’de eşit vatandaş
olarak yaşamak istediğini sözlerine ekliyor... Milliyet gazetesi eski çalışanı olan
Çongar, eski Genel Yayın yönetmeni Sedat Ergin’in aksine şimdiden başörtülü stajyer kabul ettiğini söylüyor...
*Türkiye’nin Amerikan güdümünde olduğu ve siyasî liderlerin Amerikan icazet aldığı söylenir durur. Siz buna katılıyor musunuz?
Amerikan gazeteci Thomas Friedman’ın “Dünya düzdür” dediği gibi aynı ülkeler açısından aynı düzeye gelme var. Bu düzlük içerisinde soğuk savaş sonrası tek kutuplu dünyada Amerika’nın etkisi tüm ülkeleri etkiler düzeye gelmiştir. Siyasetçilerin Beyaz Saray’ı ziyaret etmesi sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir tutum değil. Sarkozy de başkan olmadan önce Amerika’yı ziyaret etti, çünkü Amerika’yla yakın ilişkilerin getirdiği bir güç var.
Irak savaşı sonrası Bush yönetimine duyulan antipatiye rağmen Amerika’yla ilişkilerin iyi düzeyde sürdürülmesi popülist düzeyde kaybettirse bile, Türkiye’nin kendi çıkarlarını savunması açısından yol açıcı etkiye sahip.
*Ulusalcıların en büyük eleştirilerinden biri hükümetin Amerikancı olduğu yönünde ama...
Ülkelerin federatif yapıya dönüştüğü ve ekonomilerinin, siyasetlerinin entegre olduğu küreselleşen dünyada ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık gibi kavramlardan söz etmenin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Amerikancılık Amerika’nın her dediğinin yapılması, Amerikan politikasıyla Türkiye’nin politikasının birebir örtüşmesiyse AKP bunu yapmadı. Bağlayıcı grup kararının alınmamasıyla 1 Mart tezkeresinin reddi, Amerikan baskılarına karşı Hamas’ın davet edilmesi, İran ve Suriye’yle ilişkilerin güçlendirilmesi bu örneklerden. Güncel olarak ise Amerika’yla Türkiye’nin K.Irak ve Kürtlere bakışları çok farklı... Hükümetin, Amerika ile ilişkilerini iyi götürmek için çıkarlar çatıştığında bunun nedenlerini anlatması ve genel olarak ortak anlayış birliğini sağlamaya çalışmasını çok akıllıca buluyorum. Bunun yanında Irak savaşından sonra Bush yönetimine karşı olmak çok vicdanî bir tepki, hepimizin paylaşması gereken tepki. İşkenceyi meşrûlaştırmak için başkanlık genelgeleri yayınlayabilen bir ülke olması dolayısıyla, insan haklarına inanan bir kişinin Amerikan yönetiminden taraf konuşması doğru olmaz.
*Peki Amerika ile Türkiye’nin örtüşen siyasetleri nelerdir?
Amerika, Türkiye’nin AB üyesi olmasını, Doğuyla Batı arasında enerji koridoru olmasını destekliyor. Türkiye’nin para fonu çerçevesinde kredilerinin Amerika tarafından desteklenmesi hayatî bir öneme sahiptir.
*Bir de Amerika’nın sivil ve askeri kanadı isteklerine göre kullandığı söylenir. İsteklerini birine yaptıramadığında, diğerinin iktidarını desteklediği belirtilir. Katılıyor musunuz?
Türkiye’de seçilmiş iktidarın kolay kolay muktedir olamadığı bir yapı var. Demokrasilerde olmaması gereken bir şekilde seçilmiş bürokrasi ordu ve yargı yürütmeyi paylaşıyor. Amerika bu gerçeği bildiği için seçilmiş hükümetle öncelikle işbirliği yapıyor, projelerini onunla götürmeye çalışıyor. Bir yandan da askerin Türkiye’de siyasete etkisini bildiği için TSK ile iyi ilişkiler kuruyor. Ayrıca Amerikan ordusu ve TSK, NATO’nun güçlü iki ordusu.
Demin de söylediğim gibi Amerika, AB üyesi olma yolunda adım atan Türkiye’de iktidar paylaşımının bu süreci kötü yönde etkileyeceğini biliyor.
*Türkiye’deki iktidar paylaşımından Amerika’nın hoşlanmadığını söylediniz, ancak 27 Nisan bildirisine karşı gereken açıklıkta bir tavır sergilenmediği eleştiri konusu oldu.
Amerika 27 Nisan’da “Taraf tutmuyoruz” diyerek büyük yanlış yaptı. Taraf gazetesi olarak Ahmet Altan’ın da olduğu Amerikalılarla yaptığımız bir görüşmede yetkililer “İlk tepkimiz hataydı ancak 27 Nisan bildirisinin AB sürecinde desteklenmemesi gereken bir tavır olduğunu dışişleri bakanımız Rice’nin ağzından ifade ettik” dediler. Benim kanaatim bu süreçte Amerika yeterince demokrat davranmayarak Türkiye’de hem sivil iktidarın, hem de demokrasiye inanan kesimin kalmışsa güvenini iyice kaybetti.
*27 Nisan bildirisine karşı Amerika yeterince demokrat davranmadı diyorsunuz, ancak Cumhurbaşkanı Gül için ABD’ullah diyenler oldu...
Amerika Türkiye’de kriz meydana getirmeyecek, uzlaşmaya dayalı bir ismin aday olmasını istedi, ancak Amerikan yönetimi Gül’ün adaylığına karşı da bir konuşma yapmadı. Amerika’da Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı çıkanlar Neoconların önde giden isimleriydi. Amerikan hükümeti dışişlerinden tanıdıkları Gül’le iyi ilişkiler kurabileceğini düşünüyorlardı. Bunun göstergesi olarak da önümüzdeki günlerde Beyaz Saray’da Bush-Gül görüşmesini izleyeceğiz. Sezer döneminde hiçbir görüşme yapılmadı ve Amerika tarafından kabul görmedi.
* Sezer’i savunan ulusalcılar bu söylediklerini koz olarak kullanabilirler...
Müttefik olduğunu söyleyen iki ülkenin yöneticilerinin konuşmaması anlaşılamaz bir durum. Bu tür görüşmek birbirinin adamı olmayı değil, eşit düzeyde görüşmeyi ve muhatap alınmayı gösterir. Bunu yapamazsınız, zaten uluslararası siyaseti böyle yürütemezsiniz.
*Siz Türkiye’nin, Amerika ile stratejik ortak olduğunu düşünüyor musunuz?
Stratejik ortaklık içi boş bir lâf. Stratejik ortaklık denilince akla gelen birçok şey Türk-Amerikan ilişkilerinde yok. Bu, liderlerin sahip çıktığı lâfsa da bunu benimsemiyorum. Bunun yanında Türk Amerikan çıkarları noktasında örtüşen çıkarların örtüşmeyenden daha baskın olduğunu söyleyebiliriz.
*Örtüşen çıkarlar dediğimiz zaman, son günlerde tartışmalara yol açan Başbakanın BOP eş başkanı olduğu iddialarını size sormak istiyorum. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de hiçbir şey bilinmiyor ya da anlaşmıyor. BOP diye bir şey yok. Bu tür bir projenin olmasını isteyen düşünce kuruluşları var. Bunun yanında genişletilmiş Ortadoğu çerçevesinde uluslararası girişimin yürüttüğü bir siyaset var. Bu Amerikan projesi değil, ancak bir yere de gittiği yok.
DÜPEDÜZ AYRIMCILIK
*Geçen haftaki yazınızda başörtülü bir kızın sizde staj yapma isteğine olumlu cevap verdiğiniz söylediniz. Ancak bazı genel yayın yönetmeleri “Ben başörtülü muhabir çalıştırmam” diyerek kahramanlık edalarına giriyorlar.
Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Bence bu ayrımcılık, başka bir adı yok. Siz başörtülü birini çalıştırmam dediğiniz de ben onun iyi gazeteci olup olmadığına, eğitimine, birikimine benim gazeteme yapacağı katkıya bakmam, kafasının içindekine değil, kafasının üstündekine bakıp karar veriyorum derseniz ki bu ayrımcılıktır. Bu başını örten herkesi aynı görmekle alakalı. Başörtülüler de homojen değil. Onların içinde sosyal demokratı da milliyetçisi de apolitiği de politiği de var. İyi gazetecisi de kötü gazetecisi de var.
Gazetenize başvuran insanları etnik kimlikleri ve dinî kimliklerinden dolayı dışlayamazsınız. Siz eğer toplumun bütün kesimine hitap etmek istiyorsanız, size gelirlerse mümkünse farklı insanları çalıştırıp onlara hitap edebilirsiniz.
*Ama yasakçı anlayış sahipleri başörtüsünü modernitenin tahribi olarak sunuyorlar....
Başörtüsünün çağdaşlık ve modernliğe aykırı görmüyorum. Başörtüsü modern bir araç. Araç düzeyine de indirmek istemem, ama başörtüsü kişisel tercihi ve inancını yansıtıyor. O inanç çerçevesinde insanın kendi bedenini ilgilendiren bir tercih. Bu modern ve çağdaş bir tercih. Başörtüsü dindar kadının toplumsal hayatını kolaylaştıran bir şey.
* Başörtüsünü sadece bir araca indirgeyen bir anlayışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence doğru değil. Sadece dini bir simge olarak da görmek doğru değil. Başörtüsünü siyasî simge haline getirenler, başörtüsü yasağına karşı çıkan bazı kesimlerdir. Kendi inancının gereği olarak başını örten kesim, aynı zamanda bu kimliği sosyal varlığının da bir parçası yapıyor.
PKK’YA KATILIMLARDAN DEVLET SORUMLU
Konuşmamızın başında Amerika ile Türkiye’nin Kürtler ve K. Irak’a bakışının farklı olduğunu söylediniz. Bu farklılığın konuşulduğu 5 Kasım Beyaz Saray görüşmesinden sonra PKK’ya karşı istihbarat paylaşımına gidildiği söylendi. Sizce istihbarat paylaşımının neresindeyiz?
5 Kasım Erdoğan görüşmesinden sonra Bush tavır değişikliğine gitti. İstihbarat paylaşımı PKK’lıların K. Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi vurmasının engellemeye yönelik bir tutum. 5 Kasım’da konuşulan PKK’nın bölgeden tasfiyesiyle alakalıdır. Benim Amerikalı ve Türk yetkililerle yaptığım görüşmelerden elde ettiğim izlenim, bölgedeki PKK’lıların silâhla imhası değil, siyasî yöntemlerle baskı altına alınarak, kamplara giriş çıkışların kontrol edilmesi, lojistik desteklerin engellenmesiyle PKK’nın hayat damarlarının kesilmesi ve silâhsızlandırılmaya zorlanmasıdır. Bugüne kadar görülmemiş bir şekilde Amerikan ve K. Irak yetkilileri PKK karşı önlem almaktadır.
*Amerika’nın PKK’yı sıkıştırdığını söylüyorsunuz, ancak İran’a karşı da PJAK’ı desteklediğini görüyoruz. Günün birinde PJAK Türkiye aleyhine de kullanılamaz mı?
Amerika, PJAK’ı İran’a karşı desteklediğini söylerken, PKK’yla ayrı gördüğünü söylüyor. Ancak sizin söylediğiniz şey şu anlamda doğru; Türkiye Kürt meselesini siyasî yöntemlerle çözmediği sürece, demokratik zemini isteklerini söylemek için yeterli bulmayarak şiddete başvuran örgütler çıkacaktır.
1999-2002 tarihleri arasında, PKK günlük tehlike olmaktan çıktığı zamanda gerekli siyasî ve demokratik adımlar atılsaydı bugün bunları konuşmuyor olabilirdik. Eğer reformlar devam eder, siyasî adımlar atılırsa şiddet yandaşları marjinalize olur. DTP’nin oylarının düşmesi, PKK’nın tabanında bir kayma olduğunu ve Kürtlerin farklı bir arayış içersinde olduğunu gösteriyor. Bu arayışın adı demokrasi arayışı...
*Bu arada ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un bazı Kürt temsilcileri ve milletvekilleriyle görüşmesini iç işlerimize karışmak gibi mi gördünüz?
Ben Wilson’un bu tür görüşmeler yapmasını yadırgamıyorum. Herhangi bir büyükelçi bulunduğu ülkenin bir sorunu hakkında—Türkiye’de bu kürt sorunu–başşehrine telgraf yazabilmesi için değişik görüşleri elde etmek için bazı kesimlerle görüşebilir.
*Sizin şahsî görüşünüz nedir Kürt sorunuyla ilgili?
Türkiye’de Kürt halkı homojen bir halk değil. Hiçbir grup homojen değil. Siz bunca yıl Türkiye’deki Kürtlerin meşrû siyasî zemini kullanmasını engellerseniz, bu zemini bu kadar daraltırsınız Kürtleri şiddete mahkûm edersiniz. PKK’ya katılımlardan devlet birinci derecede sorumlu. Halbuki Kürtler içindeki bireyselleşme ve farklılaşma algılanabilse ve Kürt partilerinin siyasî zeminde konuşmasından rahatsız olmasak ortaya daha renkli bir tablo çıkacak. Kürtler şiddet yanlısı partilere mahkûm kalmayacak. O zaman DTP güneydoğudaki Kürtlerin tek temsilcisi olarak görülmeyecek AKP güneydoğudan büyük oy aldı, bu oyu elinde tutup tutmayacağını neler yapıp yapamayacağı belirleyecek.
ARKADAŞLARIM İÇİN ÜZÜLÜYORUM
*Taraf gazetesine geçişinizde Hudson Enstitüdeki komplo olayını gündeme getirmeniz ve Genelkurmayın hedefi olmanızın etkisi var mı?
Bunu herkes soruyor, olmadı. Bu olay olduğunda Taraf ortada yoktu zaten.
*Siz bu olaydan sonra Milliyet’in size sahip çıktığını söylüyorsunuz, fakat Milliyet’in Washington Temsilciliğinden Taraf’a geçmek fedakârlık isteyen Bir şey değil mi?
Ben burada gayet iyi koşullarda çalışıyorum. Maceralar iyidir. Ben Taraf’ın riskli olduğunu Milliyet’ten daha küçük bir gazete olduğunu biliyordum ancak buna karşılık daha bağımsız olacağını da biliyordum.
* Yani burada daha rahatım demek istiyorsunuz?
Milliyet’te yazarken kendimi fazla sınırlamadım, ancak büyük gazetelerde sadece bu yeterli olmuyor. gazetenin politikası, birinci sayfaya çıkan haberlerin hangi kıstasla, kavga ve kaygıyla oraya çıktığı çok önemli.
Gazete sahibinin siyasî ve ekonomik çıkarları ve kavgaları, reklâm girdileri yüzünden bazı haberlere yer verilmemesi dikkat edilmesi gereken bir konu.
Taraf bunlardan bağımsız bir gazete. Bunlardan bağımsız olduğu için büyük bir gazete olamayacak. bunlardan bağımsız olduğu için de böyle bir gazetede çalışmak vicdani olarak çok, ama çok büyük bir huzur. Bu huzuru duymayan arkadaşlarımız için üzülüyorum.
|