Tarhan Erdem’in KONDA ve Milliyet işbirliği ile yaptığı araştırma, Türkiye’nin sosyal ve siyasî fotoğraflarını dini bağlamda yorumlamaya çalışıyor. Hayatın içindeki dinin ve bireyin varlığında etkili olan inancın, toplumsal potansiyelini ölçmeye çalışıyor.
Çalışmada kullanılan soru dili, kavramlaşmış anlamlar taşımıyor. Belirsizlik içeriyor. Soruyu cevaplandıracak kişinin yüklediği anlam, tartışmaya açık görünüyor. Meselâ, “Sofu, dindar, inançlı ve inançsız” olarak adlandırdığı inanç kümelerinin tarifinde eksiklik var. Anlam bütünlüğü yok. Sofu tanımı yapılırken, “Dinin gereklerini tam yerine getiren dindar biri” denilmekteyken, dindar için “Dinin gereklerini yerine getirmeye çalışan dindar biri” olarak ifade edilmektedir.
Sofu ve dindar farkını, dinin gereklerini ‘tam yerine getiren’ ve ‘yerine getirmeye çalışan’ şeklinde ortaya koymak, sağlıklı bir yaklaşım değildir.
Buradan şunu demek istiyorum, esasen dinin sosyal hayattaki karşılığını araştıran, analiz eden ve yazan kesimlerin bir kısmı, dini terminolojiye ve doğru tabirlere çok aşina değil. Bir de ideolojik tercihi “eleştirel” bir bakışla dini kendine göre hayat pratiğinde değerlendirmeye çalışıyorsa, daha da yanıltıcı ve kafa karıştırıcı sonuçlar elde edilebilir.
Bu tür çalışmaların yapılması, sosyal bilimin veriye dayalı ölçümleri açısından çok yararlı. Ancak okuma biçimi ve mesaja dönüştürme şekli, “ders” çıkarma ile “ters” bakma arasındaki incelikleri ayırt edici özellikte olması gerekir. Konda’nın, “Gündelik yaşamda Din, Laiklik ve Türban” araştırması, soldan bakan bir yaklaşım. Verilerin elde edilişi, sorular, hedef kitlenin nasıl algıladığı ve araştırmadan ne elde edilmek istendiği de önemli bir nokta.
Kabul etmek gerekir ki, araştırmayı genel olarak incelediğimde, kanaatimce oldukça olumlu bir gidiş var. Ancak, din ve laiklik ekseninde, Türkiye’nin risk haritasını çıkarır gibi “Acaba kaç kişi daha örtünmüş?”, “Gidiş nereye?” gibi siyasi mesajlara dönüştürmek veya uyarıcı alanlar oluşturmak yerine, toplumu anlamaya dönük yeni çareler üretmeli.
En basiti, madem ki toplumun yüzde 43.9’u düzenli, yüzde 41.7’si de ara sıra namaz kılıyor. Geriye hiç kılmayan yüzde 14,4’lük bir kesim kalıyor. Neden büyük alış veriş merkezlerinde, otellerde ve bir kısım kamu veya özel sosyal ve iş merkezlerinde mescit bulunmaz?
Neden belli bir inşaat alanından sonra, standartları belirlenmiş mescitler olmaz? Bu konuyu tüketici hakları açısından ve müşteri memnuniyeti açısından baktığınızda bile bir ihtiyaçken, veriler de bunu doğrularken, acilen neden buna çözüm aranmaz?
Dediğim gibi, araştırma sonuçlarına nereden ve neden baktığınız önemli. Bir önemli nokta ise deneklerin “gündelik yaşam”da ortaya çıkan davranışını destekleyecek ve onu anlayacak sistemler geliştirmektir. Yoksa siyasi sonuçları üzerinden rejim ve laiklik kaygısı çıkarmak, yıllar yılı koruma ve kollamaya muhtaç bir rejimi ayakta tutmak adına vatandaşın gündelik hayatına müdahale etmek, yeni sapmalara sebep olur.
Araştırmada ele alınan bir başka nokta, sosyolojinin irdelediği ortam ve çevre faktörleri açısından “Yaşanılan yere göre dindarlık” kriteri ile dindar olmanın kır veya kent farkı irdelenmektedir. Aradaki fark, çok düşük çıkmaktadır. Yani, dindar olduğunu söyleyenlerin kırsal kesimde yaşayanları yüzde 54,1 iken, bu oran kentte yaşayanlarda yüzde 52,3’e çıkmaktadır.
Burada enteresan bir tespit yapmak mümkün. Aydınımızın dindarlığı “kırsal alan”da, kent hayatının dışında ve eğitimsizlerde görme yaklaşımları ile geçmiş zamanlara yansımış bir çok bakış açısı ve yorumların pek isabetli olmadığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, “Eğitim düzeyine göre inanç grupları”na bakıldığında, “inançsız” grupta görünenlerin üniversite mezunları içindeki oranı yüzde 10,5 iken, lisede bu oran yüzde 4,5’e ve ortaokul da yüzde 1,8’e düşmektedir. Bunun dışında kalan gruplar “İnançlı, dindar ve sofu” olarak tanımlanmaktadır. Tabloya bakıldığında, inançlı grupta, eğitim arttıkça dine yönelme artıyor. Diplomasızlarda yüzde 16,3 iken üniversite mezunlarına doğru yüzde 41,3’e kadar çıkmaktadır. Dindarlaşma oranı üniversite mezunlarında yüzde 36,1 olduğu göz önüne alınırsa, artan eğitimle paralel inancın güçlendiği ve dindarlaşmaya yöneliş kapısının gittikçe aralandığı söylenebilir.
Sonuç olarak; Türkiye dindarlaşıyor. Toplumun eğitim ve ilim seviyesiyle paralel gelişiyor. Toplumu doğru okuyanlara ve buna göre çözüm üretenlere, yeni işler düşüyor.
10.12.2007
E-Posta:
[email protected].
|