Başörtüsü tartışmalarının iyice çığırından çıkarıldığı bir noktaya gelip dayandık. Yıllardır yasağın gerekçesi olarak kullanılan “siyasî simge” iddiasının ötesinde, şimdi de “nefret simgesi” yakıştırmaları yapılmaya başlandı.
Halbuki “siyasî ve ideolojik simge” iddiasının da, “nefret simgesi” uydurmasının da hiçbir geçerliliği ve toplumda hiçbir karşılığı yok.
Bu ülkede kadınların büyük çoğunluğu asırlardır başını örtüyor. Sebep, dinin böyle emrettiğine inanmaları ve bu inancın hayatlarındaki yansımasının böyle bir gelenek oluşturması.
Ancak bu inanç ve gelenek, laik kültürün etkisiyle ortaya çıkan başı açıklara karşı herhangi bir baskı unsuru veya tehdit teşkil etmiyor.
Ne başını örtenlerin başı açıklara, ne da başı açıkların başörtülülere nefretle bakması söz konusu. Giyim tercihlerindeki farklılık hiçbir şekilde bir gerilim ve çatışma sebebi olmadı, olmaz.
Ama buna rağmen Türkiye yıllardır bu temelsiz ve abes tartışmayı aşamıyor. En önemli sebep başörtüsü yasağı. Yasağın başlıca gerekçelerinden biri ise başörtülü çoğunluğun açıklara özgürlük tanımayacağı vehim ve korkusu.
Sırf bu sebeple, yani gelecekle ilgili mevhum ve farazî bir korkuya istinaden, yıllardır başörtülülerin en temel hakları ellerinden alınıyor.
Peki, bu asılsız korkunun kaynağı ne?
Cevap: Din adına siyaset.
İşte başörtüsü senelerdir bu ikilemin kurbanı. Bir tarafta din adına ortaya çıkan bir siyaset ve iktidar mücadelesi; diğer tarafta statükocu bir ideolojinin mevzilerini bırakmamak için canhıraş bir şekilde sürdürdüğü amansız direniş.
Mücadele keskinleştikçe, başörtüsünü bu ikilemden alıp kurtarmak daha da zorlaşıyor.
Din adına siyaset çizgisinden gelip, “Yaptığımız yanlışmış, din siyaset mücadelesinin aracı olarak kullanılamaz” diyenlerin bu söylemleri karşı cenahta inandırıcı bulunmuyor ve takiyye yaftasıyla damgalanıyor. Şu andaki durum bu.
Gerçi işin aslına bakılırsa, laikçi statüko bunu bahane olarak kullanıyor. Din adına siyaset iddiasının hiçbir şekilde söz konusu olmadığı tek parti dönemindeki uygulamaları bunun ispatı.
Ve esasen, din adına siyaset iddiasının güçlenmesi dahi, bu dayatmacı uygulamalara karşı gelişen tepki birikiminin neticelerinden biri.
Dediğimiz gibi, gelinen noktada başörtüsü laikçi ve ideolojik siyasetle din adına siyaset iddiası arasındaki çatışmanın arasında eziliyor.
Biri yıllar önce “Tesettür kalkacak” talimatıyla başlatılan kıyafet devrimini tamamlamak uğruna başörtüsünü tümüyle silmenin peşinde.
Diğeri ise başörtüsünü protokole taşımak, görünür kılmak, dünya nimetlerinden başörtülüleri de daha fazla yararlandırmak gibi hedefler uğruna, bir dejenerasyonun önünü açıyor.
Onun için, gelinen aşamada yürütülen tartışmalara bir şekilde müdahil olmak, işi iyice çığırından çıkaran yozlaşma sürecine istemeden de olsa katkıda bulunmayı netice verebiliyor.
Şu merhalede yapılması gereken şey, başörtüsünden de öte tesettür kavramını tekrar gözden geçirip konuyu o çerçevede derin bir şekilde yeniden tahlil etmek ve bunu yaparken, tesettürün de altyapısını oluşturan imanı takviye ve tahkim hizmetinde yoğunlaşmak olmalı.
Çünkü temellerde zedelenme var.
09.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|