Başörtüsü yasağı hukuk ve çağdışı bir zulüm olarak vicdanları sızlatmaya devam ederken, çözüm adına yanlış yöntemlerin izlenmesi ise sorunu çözmek bir yana, daha da katmerli bir kördüğüm haline gelmesine sebep oluyor.
Hal böyle olunca, tartışmalar da anlamını kaybediyor. Hattâ bu şirazeden çıkmış ve iyice sulandırılmış tartışmalara bir şekilde müdahil olmak, bizatihî tesettür kavramına zarar verir hale geliyor. Böylece, netice itibarıyla, bu yasağı koyanların tuzağına düşülmüş olunuyor.
Tartışmanın geldiği en son noktada işin “çene altından bağlama” formülüne getirilip dayandırılması üzerine başlatılan alaycı değerlendirmeler tesettür kavramını yaralayıp zedeliyor.
Onun için, kafaların da kasıtlı olarak iyice karıştırıldığı böyle bulanık ortamlarda, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmeyi hedefleyen tuzaklara karşı çok dikkatli olmak lâzım.
Gelinen noktada bu dikkat ve teyakkuzun gereklerinden biri, yasağa boyun eğip teslim olmama duruşunu kesinlikle bozmayan tavizsiz bir kararlılığı her hal ve şartta muhafaza etmekle beraber, mücadeleyi sadece başörtüsü serbestisine odaklanmış bir “hak talebi” alanından, topyekûn tesettür kavramını yeniden değerlendirme, anlama, içselleştirme, bütün anlamlarıyla birlikte yaşama, anlatma ve tesettüre yönelen itiraz ve saldırıları ilim ve fikir zemininde ikna edici ispat ve susturucu ilzamlarla püskürtme boyutlarına taşımak olmalı.
Yaşadığımız süreçte, bir taraftan kasıtlı bir inatla sürdürülen yasakla bilhassa gençler tesettürden uzaklaştırılmak istenirken, diğer taraftan başka yol ve yöntemlerle başörtüsü bağlamından koparılarak tesettürün içi boşaltılmak isteniyor; ve bu iş, “dindarları dünyevîleştirme” tuzağının etkili ve tahripkâr unsurlarından biri olarak yapılıyor.
Bu durumda, pes edip geri çekilme anlamında değil, ama etraf-ı erbaasıyla yeni bir durum değerlendirmesi yapma, tesettürü yeniden ele alıp düşünme, dinimizin bu emrini fıtrat kanunlarıyla birlikte tekrar yorumlama ve yasağın ötesinde, doğrudan tesettüre yöneltilen iftira ve isnadların asılsızlığını fıtrat ve bilim çerçevesinde ispatlı şekilde izah etme ihtiyacı ile karşı karşıyayız.
Tesettürün, yasakçılar tarafından iddia edildiği gibi kadını ikinci sınıf insan konumuna düşürüp aşağılamak şöyle dursun, daha da yücelttiği; rahatsız edici yabancı bakışlardan koruyup huzura kavuşturduğu; Yaratıcıyla ve yaratılanlarla ilişkilerini fıtratına uygun bir zemin ve çerçeveye oturttuğu gibi izahlar bunlar.
Bu izahlarda, Bediüzzaman’ın Tesettür Risalesi son derece önemli bir kaynak ve referans.
Gerçek şu ki, bilhassa genç nesillerin, tesettür emrini iman ve fıtrat temelinde açıklayan ikna ve teşvik edici izahlara ihtiyacı, şu anda, yasağa karşı verilecek mücadelenin de önüne geçen bir öncelik ve önem kazanmış durumda.
Resmî ideolojinin kıskacındaki okullarda eğitim alma ve yine aynı durumdaki kurumlarda çalışma hakkını tekrar kazanmak için sarf edilecek mesainin çok daha fazlasını, yasakçıların karışamayacağı özgür alanlarda Kur’ân ve kâinat kitaplarını okuma ve tesettürü de bu bağlamda tekrar öğrenip yaşama ve anlatma çabasına yöneltmek çok daha anlamlı olmaz mı?
03.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|