Başbakan, kendi beyanlarına yönelik olarak Yargıtay Başsavcısı ile Danıştay Başkanlığının açıklamalarına tepki verirken sarf ettiği "Herkes yerini bilsin" sözünü ilk kez söylüyor değil.
Meselâ Van Rektörü Yücel Aşkın'ın tutuklanmasını eleştiren rektörlere, bu sözü kullanarak verdiği cevap 21 Ekim 2005'te gazetelerde çıktı
Ardından Org. Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı seçildikten sonra yaptığı açıklamalara Başbakanın yine bu sözü içeren cevabı, 3 Ekim 2006 tarihli medyanın gündemini oluşturdu.
Aradan zaman geçti; 22 Temmuz seçimleri yapıldı, yeni hükümet kuruldu, AKP yeni anayasa taslağını gündeme getireceğinin işaretlerini verdi ve o aşamada rektörler bu girişime tepki gösterdiler. Ve Erdoğan'ın buna karşı yaptığı ilk "Herkes yerini bilsin" hatırlatması 20 Eylül'de, ikincisi 6 Ekim'de medya gündemine oturdu.
Birkaç gün önceki son ders, iki buçuk yıla yayılan bir zincirin en son halkasını oluşturuyor.
Tabiî, siyasî iktidarın başı diğer anayasal kurumlara "Herkes yerini ve haddini bilsin" diye fırça attığında, muhataplarının da eli armut toplamıyor. Bunlara belki kurumsal açıklamalarla cevap verilmiyor, ama son tartışmada görüldüğü gibi, meselâ Anayasa Mahkemesinin çoktandır kayıplarda olan sivri dilli eski başkanı Yekta Güngör Özden çıkıyor, "Asıl Başbakan yerini bilsin" diyerek, Erdoğan'a "haddini" bildiriyor.
Böylece, keskinleşen bir kutuplaşma ortamında, tribünlerdeki ateşli taraftarların heyecanı belki tatmin edilmiş oluyor, ancak bu "had bildirme" polemiğinden geriye ne kaldığına bakıldığında ortaya çıkan manzarayı en güzel ifade edecek cevap şu oluyor: "Sıfıra sıfır, elde var sıfır..."
Bunun en önemli sebebi ise, kurumlarla ilgili olarak bilinmesi uyarısı yapılan "yer"in, mevcut anayasa ile fevkalâde muğlâk kılınmış olması.
Ama işin temelinde, 27 Mayıs anayasasıyla millî iradeye zoraki ortakların getirilmesi ve bu durumun 12 Eylül'de de sürdürülmesi yatıyor.
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" dedikten sonra düşülen "Türk milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır" kaydı, sorunun kaynağı.
Milletin, kullandığı oylarla yetki verdiği organlar belli: Meclis ve onun içinden çıkan hükümet. Ama bunların dışında, tümünü "devlet" olarak isimlendirdiğimiz kurumlar var ki, re'sen yetki kullanıyor; hattâ zaman zaman karşı karşıya geldikleri hükümet ve Meclise meydan okuyor; daha ötesinde milletle inatlaşabiliyorlar.
Şimdiye kadar yaşadığımız darbelerin, açık veya örtülü müdahalelerin, demokrasiye karşı sergilenen kurumsal direnişlerin kökünde, rahmetli Çağlayangil'in "Devlet baba-millet baba kavgası" olarak nitelediği irade çatışması yatıyor.
Yapılan her seçimin sonucu, bu çatışmada milletin dayatmacı devlet tavrına karşı cevabını ifade ediyor. Ama seçilmişler, atanmışlar karşısında millet iradesinin gereğini yerine getirmekte zorlanıyor ve çoğunlukla başarısız oluyorlar.
Bu kısır döngüyü kırmanın yolu ise, "Herkes yerini bilsin" nutuklarından değil, kurumları halkın vermediği yetkilerle donatan ihtilâl anayasasını tümüyle iptal edip, herkesin ve her kurumun yerini ve konumunu demokratik hukuk ölçülerine göre tekrar belirlemekten geçiyor.
25.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|