"Sevgili Ali Oktay ve Metin Haboğlu kardeşlerime sevgilerimle"
Ne kadarı helâldir, ne kadarı haramdırı bir kenara bırakalım demeyelim de; Fıkhî hükmünü başka bir yazıda dile getirelim dedikten sonradır ki:
Derin bir tefükkür dünyasının ufuklarını açan.
Bilgimizi bir alâka ve ilginin ötesine taşıyarak hassas dairelerde çoğaltan.
İcrâ edilen eserden ince bir çok nüktelerin duygularımızı sardığını hissettiren.
Sadece hiciv oklarıyla değil, hayranlık ve takdir buketleriyle lâtifelerimizi, hislerimizi memnun eden.
Hani meşhur lâf-ı güzaf: "İnce ve kıvrak zekâmızı" kopartmadan incelten ve saran.
Şifanın ötesinde hiç olmazsa rahat rahat nefes alıp vermeyi gerçekleştirebilen.
San'at anlayışının en ön ve son planında zevk-u sefadan ziyade faydadan da dem vurabilen.
Derme çatma değil de, fıtraten, yaratılıştan bu işe yetenekli, kabiliyetli sesler ve dillerden dinleyicilere sunulabilen.
Şekil ve şemail ile gözlerde değil de kulaklarda ve dahi beyinde hayranlık uyandırabilen.
Kaptı kaçtı değil de, kültürümüzden hatta inanç kültürümüzün derinliklerinden mânâları ruhlara sunabilen.
Okurken anlaşılır, okunurken dinlenebilir.
Şöyle şeşten-beşten defet gitsin baştan değil, baş tacı, sırların ve duyguların, lâtifelerin ilâcı olan.
Yazının, işin, gücün denemesi olmasına rağmen "Bir deneme de ben yaptım"ifadesi sadece şahıslara münhasır kalırken, topluma "Deneme akortları" ile zulüm etmeyen.
"İsteğiniz var mı, diye mânâsız şekilde her türlü konuya kucak açıp da daha sonra "Eh biraz yabancıyım, ama yine de uydurmaya çalışalım" diye 'uydurularak' söylenmeyen.
Gündelik hayat, hayalperestlik ve tutku-öfke-korku kavramlarının ötelerinden insan ruhundaki fırtınaları, kasırgaları yine insan mutluluğu için dillendirebilen.Dinleten.
Fikir ve düşünce dalgalarını kalplerde yanan alevlerle tutuşturarak; ruhun, sırrın ve aklın etrafında pervaneler gibi döndürüp ulvi haz ve zevkleri onların anlam ve kavramları insan kulağına fısıldaya bilen.
İçki, kadın ve aşk yolunda: Çılgın bir çok çığlık olmayan. Her nağmesiyle, her şeyde, her seste ilâhi aşkı ve muhabbeti, sevgiyi; elemkârane, hüzünlü olarak anlatan, anlattıran ve dinlettiren.
Beş kişiye sual ettik: "Müzik nedir?" diye cevaplar:
Yasin bey: "Çalmak oynamaktır."
Raif bey: "Eğlencedir."
Emine hanım: "Ruhun dinlenmesidir."
İlker bey: "İhtiyaçtır."
Fuzuli hanım: "Zevk ve hazların zirvesinde, bulutların üstünde uçmaktır."
Ziya bey: "Bilmektir. Hem kendini, hem başkalarını, hem de musikiyi bilmektir."
Bilerek ve bilmediklerinin her zaman olabileceğini de bilerek, (Enstrüman) çalgı aletlerini kullanmak, çalmak ve bunlarla birlikte söylemek ya da yalın olarak sözleri dile getirmek müzik tariflerinin arasında zikredilebilir.
Mevlânâ'nın 'altın'ın çıkardığı sesleri basamak yaparak kainattaki musika-i ilâhiden haberdar olması ve bunu neyle ifade edilen en yakın ses olarak tespit etmesi marifetullah-muhabbetullah ve hazzı kudsiyeye ulaşmakla ifade edilebilirse;
Kainatın nur-u hakikatı olan Hz. Muhammed'in (asm) Medine-i Münevvere'ye hicreti esnasında Medine girişinde çalınan deflerdeki elemkerane hüzün, firak-visalden dökülen hazzı kudsi de bu ifadenin yanında zikredilebilir.
Musika-i kâinat ve buradan kopyalanan enstrümanlara muhatabiyet insanda temerküz eden Esma-i İlâhiyenin tecelli çeşitliliğine göredir. Ve insanın kalp ve ruh ayinesi parlaklığı derecelerinde, ulvi hisleri uyandıran müziklere ilgi artarken, vesvese ve günahlarla lekelenen ayinelerde ise dünyevi ve süflî hisleri uyandıran müzikler makes bulacaktır. Mevlânâ'nın tasavvuf çadırı Medine cemaatinin sevgi çadırında da görülebilir.
Ulvî, kudsî mânâları hüzünlü ve elemkarane bir sesle ifade edebilmek ve bunu çalınan neyle ve def ve rebab ile süslemek ille de müzik müzik diye fısıldayanlara kafi gelebilir.
- Hoş sada, dilinine ve gönlünüze sağlık, safanız veya safamız olsun, müzik dinletimiz, ruhumuzun gıdası, .- Elbette ki bu beylik takdimler de basamaklar ve zirve kuleler ister. Kısaca yeniliğin ve çeşitliliğin ihtiyacı en az beylik musiki ve müzik takdimlerinin laflarının tekrarından daha çok gereklidir. Ve bunun için de programlarımızın ve müzik adamlarının ve musikişinasların el ele bir gayret ve çalışmanın içinde olmaları da çok büyük faydalı neticeler vereceği kanaatindeyim. Sağırlık ve beynin bazı merkezlerini dumura uğratma. Uyuşturucu tesirinde seslerle vücuda ve bilinen bilinmeyen duygularımıza zulum etmek de zevk sayılabilir. Ama müzik asla.
Zaten zalimin tasvirini en güzel zalim yapar. Yaptığı müzik de müzik adamını en iyi anlatır.
Kimisi fısıldayan nağmelerle ruhunu yatıştırırken, kimisi de "Darbe denen seslerle" ruhunu ve bütün vücudunu isyan ve itaatsizlik noktasında ayağa kaldırır. Sonra da döner uyuşturucu tesirinde yatıştırmaya kalkışır. Ulvî his, haz, zevk, ruhî, rahatlık nerede? Bu şekilde çalıp çabalamak nerede?
Daima iyiyi ve faideyi göz önüne alıyorsak ve de evvelâ kabiliyetse hemen başucunda musiki kültürü, bilgisi de şart oğlu şarttır... Kimseye tarihini yazın demiyoruz. Ama hiç olmazsa müziği ifade ve ifâ edecek kadar bir bilgi gerekli. Söylemek-çalmak çok geri plânlarda kalıyor.
Eh!.. Dinlemeyi de bizlere bırakabilirsiniz artık.
Sevgi ve muhabbetlerimle.
25.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|