Dertli, sıkıntılı, stresli bir toplum haline geldik maalesef. "Bir dokun, bin dinle" misâli hangi insanımızı dinleseniz, gam dolu, hüzün dolu, ıztırap dolu söz ve serzenişleri işitebiliyorsunuz... "Adeta dert küpü olmuş" derler ya, işte aynen öyle...
Gençlerimiz adeta patlamaya hazır birer bomba misâli... Gayet normal bir sözünüze veya davranışınıza dahi hemen sert tepkilerle karşılık veriyorlar. Cevap hakkınızı kullanmaya kalktığınızda zaten kavga hazır demektir. İkaz ve nasihatlere karşı zaten karınları tok... En nazik, en yumuşak uyarılarınıza veya yönlendirmelerinize hiç mi hiç tahammülleri yok.
İhtiyarlarımızın iç dünyalarını ise, tamamen gam, hüzün, sitem ve karamsarlıklar istilâ etmiş. Ruh sağlıkları altüst olmuş bu pîr-i faniler, herkesten, her yerden ilgi, alâka, tesellî, şefkat ve merhamet bekliyorlar. Bunu da bulamayınca (ki çoğu maalesef bulamıyor) çareyi gözyaşında arıyorlar.
Bu asrın sıkıntı ve streslerinden en çok etkilenen diğer bir kesim, taife-i nisâ olsa gerek. Çok çabuk kırılmaya, incinmeye müsait olan hanımların dûçâr oldukları musibet ve belâlara karşı mukavemetleri zayıf olduğundan, bu konuda onların gam ve hüzünleri, sıkıntı ve üzüntüleri çok fazladır.
Giriftar oldukları dert ve sıkıntılardan, üzüntü ve kederlerinden kurtulmak için günümüz insanı çare arayışında. İnsanımız mutluluğu ve huzuru arıyor. Aradığını bulabilmek için belki de varını yoğunu vermeyi göze almış durumda. Çoğu, psikologların, psikiyatristlerin kapısını çalmakta, onların verdiği ilâçlarla tedavi olmaya çalışmakta. Kimisi türbe ziyaretlerinde veya kendince makbul gördüğü, itimat ettiği maneviyât büyüklerinin tavsiyelerinde çareyi aramakta.
Evet bu hasta asrın hasta insanları, çoğu zaman dertlerinin devasını yanlış yerlerde, huzur ve mutluluğu da bulunmayan yerlerde aramakta. Dert ve problemlerinin sebebini bilemediğinden, yanlış teşhis ve tesbitlerle hep yanlış zeminlerde aramaya devam etmekte.
Bu dünyaya gönderiliş sebebini ve hikmetini bilemeyen günümüz insanı, bu fani ve geçici mekânın, her türlü zevk-ü safanın, her çeşit keyf ve lezzetin yeri olduğunu zannediyor; bunları bulamayınca da hayal kırıklığı yaşayarak üzüntü ve sıkıntılara giriyor.
Halbuki bu dünya hayatının bir imtihan yeri olduğu, aynı zamanda gerçek hayatın sıkıntılarla, problemlerle, hastalıklarla, musibetlerle, belâlarla bir anlam kazandığı ve zâhiren hoşa gitmeyen bu hâllere karşı ancak sabır ve şükürle mukabele sonucunda imtihanın kazanılıp ahirette ebedî huzur ve mutluluğa kavuşulacağı bilinmesiyle, başa gelen gam ve kederlerden kurtulunup gerçek huzur bulunabilir.
Sıkıntı ve streslere dâvetiye çıkaran bir diğer sebebin de; çoğu insanın, sahip oldukları vücudun hakikat-ı hâlde yüce Yaratıcı tarafından kendilerine emanet olarak verildiğini; bu emanetin asıl sahibinin Malik-i Hakîkî olduğunu bilemeyişlerinden kaynaklandığını görüyoruz. Halbuki mülkün esas sahibi biz değil, Mâlik-i Hakikî olduğuna göre; O mülkünde istediği şekilde tasarruf edebilir. Yani isterse hasta eder, musibet ve belâlara maruz bırakır, şifayı verir veya vermez...
Diğer taraftan dertleri, belâları, hastalıkları veren Yüce Allah, bunlara karşı dayanabilme güç ve kuvvetini de kuluna vermiştir. En ağır hastalıklara, en çekilmez gam ve kederlere, musibet ve felâketlere karşı insanlara sabır kuvvetini ikram etmiş. Yerli yerinde ve zamanında kullanmak şartıyla Cenâb-ı Hakk'ın verdiği sabır kuvveti, her belâya, her sıkıntıya kâfî gelebilir.
Gam ve kederleri tetikleyen, sıkıntı ve streslere kapı aralayan en önemli bir sebep de, sanki sırf bu dünya için yaratılmışız gibi, hiç ahireti hatıra getirmeden dünyaya dört elle sarılmış olduğumuzdur. Şükür ve kanaati kulak ardı ederek, sınırsız bir hırs ve doyumsuzlukla dünyalık zevk ve lezzetlerin peşinden koşmak da, mutsuzlukların ve huzursuzlukların önemli sebepleridir. Halbuki dünya yükü ağırdır; onu sırtında taşımaya çalışanlar altında ezilmekten kurtulamazlar.
20.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|