AB'nin oluşumunda geçen süreç bize bir şeyi çok net bir şekilde göstermiş oldu. O da şudur: Bundan sonra devletleri birleştirmek suretiyle büyük medeniyetler kurmanın yolu büyük çaplı ve derin anlaşmalardan geçecektir. Din birliği, dil birliği, ırk birliğinin bu kabil medeniyetleri kurmakta kolaylık sağladığı söylenebilir. Ama, asla tek başına yeterli olmayacaktır.
Sanayide, ekonomide, ticarette işbirlikleri kalkınmada önemli rol oynamasının dışında, ülkelerin birleşmesine veya ayrışmasına önemli katkı sağlıyor. Kimse kimsenin kaşına gözüne bakarak ülke menfaatlerini geri tepmiyor. Meselâ, İran'ın doğalgazı kesmesi konusunda her şey söyleniyor. İran'ın "güvenilmez" olduğundan bahsediliyor. Oysa İran da Türkmenistan'ı suçluyor. İran Petrol Bakan Yardımcısı Akbar Torkan, "Türkmenistan'ın yılın en soğuk günlerinde gaz akışını kesmesini "ahlâk dışı'' bulduklarını" söylüyor.
Demek, aynı dini paylaşmak veya aynı milletten olmak ticaretin akışını engellemiyor. Türkmenistan, yılın en soğuk günlerinde gazı keserek belki de İran'dan alacaklarını "tahsil" etmeyi planlıyor. Veya İran'ın iddia ettiği gibi "fiyatları arttırmaya" çalışıyor. Neden ve ne olursa olsun iş menfaate gelince görülüyor ki, kimse kimseye taviz vermiyor.
Maddî hayat bu asırda her şeyin önüne geçmiş. Din, dil, ırk ikinci planda. İslâm Konferansı Teşkilâtı Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, "Üye ülkeler arasındaki işbirliği açısından AB, İKT için en mükemmel örnek" demiş ve eklemiş "AB bu seviyeye 50 senede ulaştı. Buraya ulaşırken İslâm dünyasından farklı özelliklere sahiptiler." diyor ama şunları da eklemeyi ihmal etmiyor "Fakat İslâm dünyasında yakınlaşma ve kaynaşmadan yana en önemli faktör, Müslüman milletlerin tarih boyunca birlikte yaşama arzusuna ve tecrübesine sahip olmasıdır" diyerek İslâm dünyasının avantajlı cihetine de dikkat çekiyor.
"AB en mükemmel örnek"se atılacak adımlar da belli demektir. Ekonomi alanında atılan veya atılacak adımlar birliği sağlamada fevkalâde etkili olacaktır.
Bu cümleden hareketle, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Mısır ziyaretinde 6 Ekim Sanayi Bölgesi'nde, Türkiye'ye tahsis edilen 2 milyon metrekarelik alanın temel atma törenine katılması önemli. Gelecekte düşünülen birliği sağlamada büyük katkı sağlayacaktır.
Altı körfez ülkesinin ekonomik topluluk kurması yine bu açıdan bakıldığında gayet dikkate değer bir gelişmedir. Topluluğu oluşturan ülkelerin yönetimlerine baktığımızda altı ülkenin altısının da "Monarşi/Krallık" ile idare ediliyor olması dikkat çekiyor. Ayrıca, bu ülkelerin gelir düzeylerinin İslâm dünyasında üst düzeyde olması da işin başka bir boyutu. Körfez bölgesinde olduğu halde Yemen'in bu topluluğa katılamamış olması gelir düzeyinin düşük olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa Yemen'in büyük çoğunluğu Araplardan oluşuyor. Dili de Arapça dini de saf İslâm, çok az sayıda diğer dinlerden var. Ama birliğe üye olamıyor. Fakirlik buna engel.
"Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhı ile cihad edeceğiz" (Said Nursî Tarihçe-i Hayatı S.57) Sözü bir kez daha teyit edilmiş oluyor. Cümlede geçen "zaruret" kelimesinin fakirlik anlamına geldiği düşünülünce birliğin kurulmasında zenginliğin ne denli önem kazandığı anlaşılır.
Demek ki, İslâm ülkelerinin zenginleşmesi beraberinde arzulanan dünyayı oluşturacaktır. Bugün atılan adımlar İslâm Birliğine götürmesi açısından bakıldığında küçük adımlar gibi görünse de zamanla gelişecek, büyüyecek, akabinde mensup oldukları devletleri birleşmeye teşvik edecek, belki de zorlayacaktır. Bu yolla meydana gelecek birliğin dağılması da imkânsızdır. Çünkü bu kabil birleşme içten gelen, fıtrî bir birleşmedir. Adeta kaynaşmadır. Bir bütün olmaktır.
Dileriz bu süreç AB'de olduğu gibi uzun sürmez. Bugün gelinen noktada 50 yıl çok uzun bir süredir. İslâm ülkelerinde dökülen kanlar bu süreye tahammül etmemizi engelliyor.
19.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|