Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Bu şehir

Uzun zamandır gitmeyi çok istediği bu şehre gitme zamanı deyip yolları aşındırmıştı. Hem de çileli ve sıkıntısını anbean hissederek gelmişti bu şehre. Kolay değildi birilerini razı edip gelme. Ama şartları zorlayıp, geldi. Kuşatmaya hazır bir duygu yoğunluğuyla. Bir kendisiyle, bir dış âlemle olan muştusuyla. Muştu ise beklenmeyen bir misafirin gelişi gibiydi. Topyekûn bir dirilişi görmek ve kendinde azami derecede teyakkuz eden fetihleri yıkmamak için. Zor olanı başarmanın kolay olanı başarmaktan daha çok zevk vermesi gibi, bu şehre gelmek zor, hem de inanılmaz zor olmuştu. Ama başarmış, geride bıraktıklarına yanmamak için bu şehre çoktan adapte olmaya başlamıştı.

Günler güzel geçiyordu. Hâlâ geldiğine inanmamakla beraber havasında teneffüs aldığında inanıyordu. Sanki hayal gibi geliyordu. Eninde sonunda döneceğini bilse de gideceği günü düşünmüyor bugüne kendini veriyordu. Aklen zaman israfı yapamazdı. Gelecek günü şimdiden düşünüp bugünü bu düşünceyle doldurmak anını yaşamamak değil miydi? Hem de hiç buralara gelmemiş hissini verir; bu anına yalancı bir baharın çiçeklerini sunardı. Yapmadı, düşünmedi geleceği. Odaklanması gereken meşguliyetleri yarının sayfalarına bırakamazdı. Doğru düşündü ve kendini bu anlara verdi. İyide yaptı. Yoksa buraya gelişi neye yarayacaktı. Yaralarına derman bulmak, rahatlamak ve derinde bir nefes almak değil miydi? Tebdil-i mekânda rahatlık vardır" sözüne uyarak bu şehir değişikliğini yapmamış mıydı? Yoksa bu sözün geçerliliği yok olacaktı kendi nazarında. Aklın, düşünceleri geldiğin şehirde bırakmasaydı; bu şehre gelişi boşu boşuna olacaktı.

Günler geçmek üzereyken bu şehre gelin gelen bir arkadaşını görmek istedi. Gerçi çok yakın değillerdi; ama tanışıkları, bir merhaba deyişleri vardı. Aklına gelmişken hemen aramalıydı. Arkadaşını aradı; maalesef ona ulaşamadı. Hattını değiştirmiş olmalı ki, aradığında numara kullanılmamakta hitabını duydu. Onu görme ümidini çoktan kaybetti. Ona ulaşabilecek tek telefon numarasıydı. O da iptal edilmiş. Halbuki onu görmeyi çok istiyordu. Artık ona ulaşması imkânsızdı.

O gün önemli bir iş için evden çıktı. Durakta otobüs bekliyordu. O sıra yanına bir bayan geldi. Kucağında çocuğu vardı. Sanki bayanı bir yerlerden tanıyordu. Ama çıkartamadı. Gözünde güneş gözlüğü olması, onu tam olarak tanımasına engel olmuştu. Otobüs gelene kadar arada bir bayana dönüp bakıyordu. Sonra göz göze geldiler. Bayan ismini söyleyince inanamadı. O seslenmişse tanıyordu kendisini. Telefonda arayıp da ulaşamadığı arkadaşıydı. Bir mucizeydi. Bayan gözünden gözlüğü çıkartıp arkadaşına sarıldı. Üç seneden fazla olmuştu görüşmeyeli. Otobüse beraber bindiler. Hâlâ inanamıyordu. Kendi ağzıyla artık "ona ulaşmam imkânsız" dediği arkadaşını görmüştü. Hem de aynı mahallede oturuyorlardı. Ve evlerde bir birine yakındı. Hemen arkadaşında yeni telefon numarasını alıp ona mutlaka memleketine dönmeden önce uğrayacağını söyledi.

Bu hadisenin etkisinden uzun süre kurtulamadı. Onu görmek istiyordu; Allah da onları karşılaştırdı. Allah'ın var olduğuna inanıyor; bu gibi hadiselerde tahkikî derecesine çıkartıyordu inanmasını. Biri var; aynı mahallede oturan, ama bilmeyen bu kızı arkadaşıyla karşılaştırıyor. Hem de bir iki sokak ilerde. Çok yakın; fakat bilmedikten sonra çok uzak. Ama bilen Biri var.

Hiç beklemediği bu karşılaşma kalbinde un ufak olmuş iman kırıntılarını yeniden uyandırmış gibiydi. Sorunlar hep zihnini misafiri olduğundan ve onu kovmakla meşgul olunurken, bazen hayata bu küçük heyecanlar neler katıyordu. Maneviyatına binler, belki milyonlarca arıtılmış madde bırakıyordu. Kirden, ülfetten ve imkânsızlığın derelerinde yuvarlanan belirsizliğe bir ışık göstererek. Zahiren baksan iki arkadaşın karşılaşması normalmiş gibi görünebilir. Ama mahiyetine baksan öyle değil. Bu tesadüfü bir karşılaşma olamazdı. Görme iştiyakına verilen bir cevaptı. Anlayabilen ve anladığını en olumlusuyla nihayetlendirmekti önemli olan. Genç kızda bunu yaptı. Ve arkadaşını görmeye gittiğinde onunla bu karşılaşmalarını konuştular. O da inanamadı. Demek ki, kendi cüz-î iradeleri görüşmelerin de bir şey yapamamış; Külli bir irade yapmıştı.

O günden sonra hayatta hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığına yürekten inanmaya başladı. Bu inanışını kuvvetlendiren bir hadise daha yaşadı. Perşembeyi Cumaya bağlayan geceydi. Sabah namazına uyanmak için telefonunu ayarladı. Ne hikmetse telefonun sesini duymadan uyanmıştı. Genelde bu misafir olduğu yerde koridorun ışıkları yanık kalırdı. Bu ışığa güvenerek odasının ışığını yakmadan abdest almaya gitti. Hava biraz soğuk olmasına rağmen bu abdest alış ruhuna bir huzur göndermişti. Odasının kapısını açık bıraktığından koridorun ışığı içeriye geliyordu. Gerçi odanın hepsini aydınlatmıyordu; ama tamamen karanlıktan kurtarıyordu. Seccadesini ışığın bulunduğu yöne serdi. Tam tekbir getirmeye hazırlanıyorken, saate bakma fikri zihnine şimşek gibi çakıldı. Sanki sabah vakti değilmiş gibi geldi. Hemen odanın ışığını yakıp, duvardaki saate baktı. Bakmasıyla şaşkınlığa uğraması bir oldu. Saat daha gecenin üçüydü. Sabah vaktine birkaç saat vardı. İnanamadı bu hale. Hemen uyandığında yanında bulunan telefonun saatine bakmış olsaydı bu soğukta abdest almayacaktı.

Ama bu vakit dünya perdesini geceye çevrilmiş yönünde bir nuru vardı. Herkese nasip olmayan, gafletin hain ellerinin bulaşıp engel olduğu bir ışık iklimi. Derinde bir oh çekişin rahatlaması. Evet, bu vakit teheccüd vaktiydi. Kabri ışıklandıran namazın saatiydi. Kendisini bu saatte kaldıran ve abdest aldıran Allah'a şükretti. Abdest almasaydı, hemen yatağına girip uykuya kaldığı yerden devam edecekti. Ya da uyandığında saate baksaydı. Saate bakmak unutturulmuştu. Bu gece namazını kılması gerekiyordu. Akşam uyumadan önce gece namazına kalkmayı planlamamıştı. Ama planlayan Biri onu kaldırmıştı. Ve o da gece namazına durdu. Namazın akabinde gözyaşlarına boğuldu. "Beni benden daha iyi düşünen, ahiretim için sevap kazandıracak ameli yapmaya yönlendirdi" O zaman daha iyi anladık ki, hayrı işlemekte Cenâb-ı Hakkın dilemesiyle oluyordu. Sen istemezsen bile sana o ameli yaptırıyordu.

O'na karşı tam olarak kavrayamadığı bir sevgi coşkunluğu hissetti; çünkü kendisini düşünen birinin olması ne güzel bir duyguydu. Yalnızlıktan kurtaran, kimse sevmese bile O'nun sevdiğini bilmek. Tamamen dünyaya yönelmiş aciz bir kul için tarif zor olsa gerek.

Genç kız namazdan hemen sonra uyudu. Sabah namazına da kalkmak için yalvardı. Tam ezanlar gökyüzünde yankılanırken, o çoktan gözlerini açmıştı. Birkaç saat önce kıldığı namazın huzuruyla sabah namazını kıldı. Bu gecenin diğer geceler gibi olmasını arzu etse de olamadı. Aslında gayret etse olacak, ama uyku sevgisi, havanın soğuk olması ya da başka sebepler araya giriyordu.

Genç kız bu şehre gelme şevkinin kırılmaması, en büyük arzusuydu. Ne de olsa o şevk kırılmaya hazır bir vaziyetteydi. En küçük bir çarpma bile onu paramparça edebilirdi. Her sabah uyandığında olumlu düşünüp onu yaşamaya çalıştı. Kırılma noktası her şeyi akıldan uzak tutmaya yeterdi. Sonra hangi sebep o şevki yeniden uyandırabilirdi. Aklına verdiği müsbet telkinler ve teslimiyet ona yetmeye başladı. Zaten o gece yaşadıkları yeterdi. Her şeye gücü yeten Zata sığınmaya. O da her daim bu sığınma yolunu tercih etti. Yoksa diğer yollar hayatına karabasanlar gibi çökecekti. Ne nefes alış olacak, ne de hareket etme. Sağını solunu sımsıkı tutan olumsuzlukların pençesine düşmenin pişmanlığına bürünecekti.

Bu üst üste yaşadığı güzel şeylere bir hadise daha eklendi. Bu genç kızda mevcut olan bir tutku vardı. Kime sorsanız en çok o yönüyle biliniyordu. Gökten sanki zembille yüreğine inmiş bir cevherdi. Onu gölge gibi takip eden bir tutku: kitap. Her şeyin anahtarı onunla açılır ve yine onunla kapanırdı. Bunu çok iyi bildiğinden vazgeçemediği ve ne olursa olsun vazgeçemeyeceği bir şeydi; kitap okumak. Karanlıktan aydınlığa; yerden göğe çıkartan bir mersiye. Düşünce ufkuna seyahat ettirip duraktan durağa bırakan bir heyecan. Ama bıraktığında bir önceki cehaletini söküp dağların arkasına atan bir ilim.

Söyleyeceği her söz kitabı anlatmakta yeterli olmayacaktı. Sadece öğrendiklerini dile getirmekle gerçek anlamda kitabını değerini ortaya koyabilecekti. Her bilgi bir hazine kapısı, öğrendiğini uygulamak hazine kapısından içeriye buyur edilmekti. O ne bahtiyarlık: dâvet edilmek! O ilim sarayının her mücevherinden bir pay almak. O paya tembelliği meslek edinenler hiç sahip olamayacaklar. Yani büyük bir mahrumiyet. Genç kız, bunları çok iyi bildiğinden kitap okumayı çok seviyordu. Özellikle bu okumalar için özel zamanlar ayırıyordu. Televizyondan, internetten ara da günün belirli saatinden vazgeçip kitabın başına koşuyordu. Bu onun için bir sevinç kaynağıydı. Yeni bir şeyler öğrenmek. Kelime dağarcığını genişletmek. Bu hazzı televizyonda alamıyordu. Bilgi adına sunulan programların bile suyu çıkartılmıştı. Ona hiç bir şey veremediği için vazgeçmek çok kolay olabiliyor. Böylelikle kitabın sayfalarında ki, yolculuğu her daim devam ediyordu.

Kitap okumayı çok sevdiği için bazı mucizevî şeyler yaşamıyor değildi. Bu gece başını yastığa koyduğunda bugün yaşadıkları yüzüne apayrı bir tebessümü çoktan yollamıştı.

Birkaç gün önce başlayan kitap fuarına bugün ikinci gidişiydi. İlk gittiğinde üç kitap almıştı. Parası az kalmıştı. İkinci gittiğinde almak istediği tam altı kitap vardı. Ama parası bu kitapların hepsini almaya yetmiyordu. Altı kitabın ne kadar tuttuğu öğrendiğinde bu kadar para veremeyeceğini söyledi. Almak istediği kitaplardan birkaç tanesini çıkartıyordu ki, yanında bulunan yaşlı adam:

-Ne kadar para verirsin, dedi.

Genç kız öylesine sorulan bir soru olduğunu zannettiğinden:

Ancak söylenen fiyatın yarısını verebileceğini söyledi.

Ne olduysa saniyelik oldu. Yaşlı adam cebinden söylediği miktarı çıkartıp masanın üzerine bıraktı. Kıza konuşma fırsatı bile vermeden oradan ayrıldı. Genç kız ne yapacağını bilemedi. Çünkü çok şaşırmıştı. Hemen arkasını döndü. Ama adam çoktan kaybolmuştu. Bıraktığı parada masanın üzerinde duruyordu. Görevli parayı alırken birkaç saniye öylece o paraya baktı. Çantasından paranın geri kalan kısmını çıkartı. Şaşkınlığı hala üzerindeydi. Kabul etmezse olmazdı. Adamı parayı bırakıp gitmişti. Mecburen kabul etti. Bir teşekkür bile edememiş olmanın sızısıyla kitapları aldı. Allah ona yine yardım etmişti; bu adamın vesilesiyle. Gün boyu bunun etkisinden kurtulamadı. Her kitap aldığında yaşadığı sevinci sanki şimdi iki kat yaşıyordu. Çünkü bu bir hafta içinde çok kitap alabilmişti.

Yıllar geçse de ona yardım eden adamı hep hatırlayacaktı. Ama yüzünü değil. Çünkü anlık olmuştu; adamın yüzüne bile tam olarak bakamamıştı. Yüzünü bilmediği bir daha herhangi bir yerde karşılaşırlarsa tanımayacağı bir adam bu kitap tutkunu kıza kitaplar hediye etmiş gibi oldu. Paranın yarısını verse de hediyeden bir farkı olmadı ki.

Malûm olan bir gerçek vardı. İstediği zaman kitap alamıyordu. İmkânlar kısıtlıydı. Bu kısıtlama bile tutkusunu engellemiyordu. Bir yolunu bulup ödünç kitap alıyordu. Yani bir şekilde bu tutkusunu devam ettiriyordu. En büyük hayali bir gün çok kitaplarının olması. Şimdiden bunun için bir şeyler yapıyordu.

Tutku yerinde olursa insana zarar vermezdi. Kitap ise herhangi bir tutku değildi. Sanki diğer tutkulardan arıtılmıştı. Saf ve katıksız. Ve karşılığında sana çok şey veren bir tutku. Ne okuduğunu bildiğin sürece tehlike boyutu azdır. Birde bu okumalar bitince, kâinatı okumak. Sana sunulan mektuplar ki, mesajı doğru orantılı almak. O zaman gerçek okumayı gerçekleştirmiş olursun. Elif ondan sonra gelecek harflere bir başlangıç; kitap da kâinatı baştan başa okumanın bir mukaddimesi. En başta yüce kitabımızı okumak.

Bu şehre gelmekle yaşadıklarını düşündüğünde ne kadar olumsuzluk varsa kendiliğinde çekip gidiyordu. Sanki bir şeyler inadına güzelliklere dönüşüyordu.

Fadime Kaya

19.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri